upload music to get code

9 Aralık 2008 Salı

YAŞLI BİR BAYRAM SABAHI


Uykulu bir ruh haliyle uyanıyorum

Güneş bulutların arkasına gizlenmiş , bulutlar ağlamak üzere, bir bayram sabahında. Acele ile ütülü gömleğimi giyiyorum, temiz çoraplar bir elimde yine birini ters giymenin telaşı var. Biraz daha elbise ile uğraşırsam bayram namazının ihtişamını ve sevincini kaçıracağım , neyse’ ki çıktım evden .Mahallenin yolu parke taşlarla süslü ,geceden yağan yağmuru çekmiş içine , koşar adım yetiştim kalabalıklar arasında kapıdan içeri girdim. Pencere altında bir yer buldum kendime hocanın
- boşlukları dolduralım cemaat ‘ sesi yankılanıyor camiinin kubbesinden, etrafıma bakıyorum ve nede çok tanımadığım insan varmış, meğer görmek bu güne nasipmiş , kalabalıklar arasında ufak bedenler saklanmış, babasına durmadan soru soran, ve namaz vakti geldi Allah kabul ederse eda ettik namazımızı , nedendir bilinmez içeri girmekten daha zordur dışarı çıkmak. Sıkışa , sıkışa çıktım dışarı, camii avlusunda hatrı sayılır arkadaşlarımla bayramlaşıp şadırvana yöneldim , bir yudum su içtikten sonra eve doğru hızlı adımlarla yürümeye başladım, yolu yarılamıştım ,biraz önümde birazda arkamda kalabalık vardı .herkes evine ulaşmanın telaşı içinde yürüyordu. Kaldırım kenarında birini gördüm.! uzakta elinde bastonu vardı, yaşlı adam bu hali ile nasıl olurda erkenden çıkıp buraya kadar yürümüş olabilir diye düşünüyordum. sanırım yetişememiş ve yorulmuştu , yaklaştım ve gözüm yaşlı adamın üzerindeydi.yaşlı adama doğru yaklaşan ve yanından gelip geçen adamların yüzüne bakıyordu ve on , on beş kişi geçti yanından ben yaşlı adama ulaşana kadar, suratını net olarak görebiliyordum ve kısa sakalı, elinde baston , gözleri buğuluydu o birkaç saniye içinde o halini yaşadığı hayata lanse edip bir çok senaryo kurdum aklımdan, belikli bir şeyler bekliyordu , en azında böyle düşündüm ve o an aklıma yanından geçen adamları seyretmesini ve o hüzünlü halini birleştirdim birkaç adımı hızlı attıktan sonra. Selam verdim oda karşılığını titrek bir sesle verdi
bayramın mübarek olsun dede ver elini öpeyim ( sağ elinde olan bastonun sol eline alırken ellerinin titrediğini görebiliyordum ağır bir davranışla uzattı elini ve o buğulu dolmuş gözlerinden iki damla yaş düştü parke taşlarına)
- seninde bayramın mübarek olsun evladım , çok bayram gör
- hayırlı bayramlar dede, dedikten sonra bir birimizin yüzüne bakarak tebessümde bulunduk. Birkaç adım sonra içimde sabahın verdiği ne kadar ağırlık varsa uçtu gitti, derin derin nefes alıyordum sanki , sanki aldığım nefesle uçmak istercesine iki damla göz yaşı ve bir tebessüm bıraktım bir bayram sabahı bir insana ,benim için işte o an bayramdı..
- geride çok bayram bıraktım bu kısa ömrümde en güzeli çocukken yaşadığım heyecanlardı ve en anlamlısında birkaç gün önce yaşadı . kim bilir belki de bir gün o sandalyede ben veya sizde olabilirsiniz. Umarım yoldan geçenlere bakıp buğulanan gözler yerine tebessüm dolu tebrikler kabul ederiz zira zaman bu yazıyı okuduğumuz anda bile bize inat ilerliyor bir olumsuzluk olmazsa eğer o yaşa gelip beklentilerimiz olması aşikardır.
- Henüz geç olmadan gelecekte birilerini beklemeden bizi bekleyenlerin yüzüne tebessüm için, buyurun özeleştiriye.
- Tebessüm dolu İyi bayramlar…
-
- Fatih_han
- 09/12/2008
-

14 Kasım 2008 Cuma

NEFRETİN GÖLGESİ


NEFRETİN GÖLGESİ

Yine bulutlu bir gün, yine sıkıcı bir günün başlangıcı, yine son halin var karşıdaki aynada, son sözlerin var duvarlarda.
Bıraktıkların salkım , salkım sırtımda
Sen şimdi gittin ya , mutlusundur ,sabahları gülüyorsundur, çayın yine hep tek şekerlidir ve saçların düz ve toplamadan yapmışsındır
Sen şimdi gittin ya artık evden dışarı çıktığında başka gözlerin esiri olmuşsundur, herkes bilir teksindir. Ve herkes ister seni
Sen şimdi gittin ya , artık daha namuslusundur, kimse bilmiyordur içindeki şeytanı, kimse bilmez içindeki ateşi
Ve sen şimdi gittin ya en namussuz ben ..! dünyayı başıma yıkan sen ve bir kaldırım kenarında gülen sen
Sen şimdi gittin ya nefretin sınırları dolu dizgin içimde
Sen şimdi gittin’ ya, unutamam sanma ,Sisli hayalin kayboluyor başka gözlerde. Unutuyorum seni başka benlerde
Ben seni bendeyken sevdim , sen her aramızdaki sonbaharda , başka kollarda yeşerdin, sana elveda bile demiyorum.
Yalancı dostluğundan ,sanal sevginden ,seni bana esir eden gözlerden, beni senin gölgen yapan esaretinden NEFRET EDİYORUM..!!

13,11,2008
Fatih_han

22 Ekim 2008 Çarşamba

CESARETİM YOK


Cesaretim Yok Sana ben dön diyemem ki bu saatten sonra , unut o sözleri başlayalım yeniden demek ; yok ,yok buna cesaretim yok, onca yaşanmış yıllar bunca anı içinde yaşamak ne kadarda zor. Uzanıp uyumak, sonrada uyanmak dualarım olmuşken , sen hiç bir şeyden habersiz hayatını karatan adama lanetle okurken , ben ise seni sevmekten başka hiçbir şey yapmazken ,bana unut deme sakın.! , ben farklı yaşadım seni, arayıp bulamadığım anı ,uzanıp tutamadığım bendin sen ! neden bu denli karanlık olduk, niye biz iki iyi çocuk olamadık ? yok ,yok inan buna cesaretim yok, bakamam gözlerine,çıkma sakın karşıma ,ama söz veriyorum sana, hayallerimden kurtulamasan ‘da inan bu simayı göremeyeceksin bir daha …!


Bu acı sende’ mi bendemi daha çok dem almış bilmiyorum ama , seni düşünen ben ! yokluğunun acısını ,söylediğim sözler ile ölümü tatmak isteyen yine ben, inan acıtmıyor beni ,yıktığım hayallerin ve beni hatırladığın kötü anılarla kadar….

Fatih_han

19/10/2008

BENİM HAYATIM HENÜZ BİTMEMİŞTİ.. !


Benim Hayatım Henüz Bitmemişti


Bu ne kadar sessizlik ,
hey gölgen nerede.
Nerede insanlar, neden bu kadar karanlık.
Bu kalabalık bu göz yaşları kimin için,
Biri ses versin,
Ellerim ,ayaklarım neden hareket etmiyor.
İşte annem geliyor. Şimdi öğrenirim neden böyle.
-Anne , anne konuş benimle
neden ağlıyor cevap vermek yerine?
Sanırım biri ölmüş.!
babam mı ? yok hayır babam orada amcamın yanında, ona bakıyor.
oda kim, bu hayat arkadaşım
-hey dilek buradayım aşkım
( işte gördü geliyor. Elinde bir kağıt parçası var, yinemi pasta kek tarifi bıkmadı bu hobisinden)
peki sen neden bu kadar ağlıyorsun ?
ver bana ben okurum neymiş O,
anlaşıldı sen oku madem vermiyorsun.
Yol yakın geri dön, nereye uzaklara böyle
Bırakıp gitmek bu kadar kolay’ mı söyle
Sana söz.! sana yemim.! bitecek kötü anılar
Sadece yanımda kal.!
Mutlaka gelecek güzel yarınlar
Zor’ mu bu kadar inanmak bu sözlere
Kaç kez duydun kısa ömründe
Bir kez daha dene,
seni saran kollarımı
Virane olup,çürüyüp gitmeden.!
Yaşat bendeki geleceğe dair anılarımı
Sakın ölme..! sakın bırakma beni..!
Buda neydi şimdi dilek ? giden ,ölen kim ya kim yazdı bunu ,
kim için yazılmış,
-dilek ? neden burada herkes ? buda konuşmuyor.!
iyi ama kimin bu cenaze,
benim bilmediğim önemli bir akrabam mı var.?
biri elimden tutsa kalkabilsem o zaman anlardım kim ölmüş,
işte tek dostum çocukluk arkadaşım
- hey murat dostum tut elimden kimse beni duymuyor,
işte geliyor , nihayet biri beni fark etti,
-bu ne hal ya murat gözlerin kızarmış ?
sen biri için’ mi ağladın , işte buna gülerim ben..
tut elimi kalkmama yardım et bakalım, neler oluyormuş bir anlayalım,
(tamam işte elini uzatıyorsun)
ama.. !
dur gözlerimi neden kapatıyorsun, murat diyorum saçmalama ,
aman Allah’ım bu nasıl bir karanlık ?
Bu beyaz elbise ,bu .! bu kefen neden bende. bu tabut ‘
kim ölmüş, kim için bu kadar göz yaşı ,
bir dakika neden sesler kesildi ?
biri ayaklarım ile uğraşıyor , kim bağlamıştı ayağımı ve neden çözüyor şimdi, bende neden kalkamıyorum diyorum. Burası çok sert sırtıma taşlar batıyor. oh be biri yüzümü aştı işte murat
- hey dostum yarım et bana.
Dur ne yapıyorsun gözlerime toprak kaçacak.!
bu tahtalar ne için ?
murat ne yapıyorsun dostum..!
yine karanlık oldu..!
biri toprak atıyor üzerime yok hayır bir kişi değil kalabalık ,
tahtalar kırılacak .
aman Allah’ım yoksa o şiir’i benim için’ mi yazmış , yoksa ben…………………..!

fatih_han

19/10/2008

22 Eylül 2008 Pazartesi

ZORMU BU KADAR İNSAN OLMAK



Mutlu bir pencerenin çerçevesinden bakmak hayata, daha ilk yaşlarda yaşanan hayatın güzelliklerini ve çirkin yüzünü görmek vede böyle bir ruh hali ile tüm gelecek senelere yaymak bunu ,ne kadarda zor şimdi bozuk bir toplu içinde temiz kalmak ve yolunu bulmak, birinin yardımına elini uzatmak ne kadar güzel arkadaşının en kötü gününde yanında olmak bir çocuğun yüzüne gülümsemek ve sevgi ile saçlarını karıştırmak ,bunlar unuttuğumuz duygular değil ama unutulmaya yüz tutmuş hislerimiz..
Gözlerimi kapattım anlatılan birkaç kelimeyi beyaz ekranıma utançla ve sıkıla ,sıkıla yazıyorum

Hayata gözlerini açan her insanın mutlaka bir ailesi bir bedeni ve en önemlisi içinde umutları sevinci üzüntüyü büyüttüğü bir ruh hali vardır .bu yazıyı yazanı da, okuyanında olduğu gibi, tabi ELİF’ inde

Hayata gözlerini açtığında tertemiz ruhunu hayat denen zaman akışına bıraktığında anne ve babasının gözlerinde ki mutluluk anlatılmaya değer bir sevinçle doluydu elif ailenin ikinci kızıydı , doğduğunda ondan üç yaş büyük bir ablası vardı. Üç kişilik çekirdek aileye artık yeni bir umut ve yeni bir mutluluk gelmişti adını elif koydular , özel bir hastanenin lüks odasında değil devlet hastanesinin kısıtlı imkanlarında doğmuştu ama bir bez parçasına sarılı minik bedeni annesinin kollarında o kadar masum ve temiz duruyordu ki annesinin tebessümle dolu mutluluk göz yaşları ile ıslanıyordu. Hayatın kimseye eşit davranmadığı sık kullandığımız bir cümle ama sanırım bu elif için söylenmiş olsa gerek. Elif böyle açtı gözlerini umut dolu dünyasına
Aile doğuya yakın iç Anadolu bölgesinde hayli gelişmemiş bir şehirde yoksulluk ile her gün savaş içinde her gün yıkık bir siperde hayata direnen bir aile, yokluğun olmamanın açlığın ne demek olduğunu bilen ve her demini her bir saç telinde hisseden bir hayat ve aile , dedim ya savaş içinde hiçbir zaman bitmeyen bir yoksulluk savaşı ama hiçbir zamanda yenilmedikleri bir savaş, her günün sabahında babanın yeni umutlarla evden çıkışını seyreden 3 çift göz, tüm tutunan dallar kurusa da her ilk baharda tekrardan kar yağsa da , her umut akşam olmadan mum ışığında sönse de, yine gözlerinde umut yine kalplerinde yaşama sevinci olan bir aile. Zaman gelir seneler su misali akar elif 6 yaşına gelir. Aile daha iyi bir hayat şartları için yeni bir mahalleye ve yeni bir eve taşınırlar. Ev üç katlı ve görünümü viranen ve döküktür. 3. katı kullanıla bilir durumdadır evin ilk katı ardiye ve çamaşır hane olarak kullanırlar ,ikinci katını misafir odası olarak düzenlerler. İkinci katın zaten kullanılacak bir tek odası vardır. Evin bahçesi incir ağaçları ile bir gelin gibi süslü, kocaman bahçe duvarları olan ,köşesinde eski damlayan bir çeşmesi bulunan kocaman bir bahçe. Aile ilk taşındığı hafta evi toparlamak için hayli emek sarf ettiler ama oturdukları eski evden çok daha iyi bir evdi . üstelik babanın iş yerinede yakındı. Baba bir camcıda işçi olarak çalışıyordur. İş ağır ve yorucu olmasına rağmen baba ailesini elinde işlediği bir cam gibi görüyor daha iyi bir şekil vermek ve kırmamak için büyük bir çaba gösteriyordu. Aslında ailenin yoksulluk ve geçim sıkıntısından başka hiçbir sorunda yoktu zaten ailede hallerine şükrediyor, bu durumda bile yaşanır bir hayat için elinden geleni yapıyor vede mutlu olabiliyorlardı. Zaman ilerledikçe aile mahalleye ve komşulara alışmaya başlar anne ; mahallede çok zarif iyi niyetli ve elinden geldiği kadar komşularına yardım eden biri olarak tanındı, zaten öylede biriydi kalbi çok yumuşak ve şükürle dolu bir anne , elif ve ablası için bu alışma evresi hayli zor geçiyordu arkadaş bulmaları kaynaşmaları zaman alıyordu, hep aynı oyun arkadaşları ile oynuyorlardı “ elif, ablası ve sobanın kenarında unutulup ovalleşen yumurta biçimini almış bir plastik topları” sokakta bu topu gören diğer çocuklar bu durumla alay ediyorlardı ama zamanla bu top sayesinde arkadaş edinirler.
Kış gelmiş sobalar kurulmuş, el yakan kestane ve salep zamanı gelmişti baba işten dönerken mutlaka elinde akşamlarını neşelendirecek bir şeyler ile gelirdi , elifin hiç unutmadığı kestanelerin soba üstünde kokusunu ve o el yakan salebin tadı bunları çok seviyordu, aslında bunları elife sevdiren annesi , babası ve ablası ile yapmaktı.
Doğu kültüründe yetişmiş bir çekirdek aile olduklarından eve gelen misafir el üstünde tutulurdu, rahat etmesi için kendi rahatlıklarından ödün verilirdi ,köyden şehre göçmüş bir aile olduklarından evlerinde pek misafir eksik olmazdı şehre işi düşen, köyde yaşayan her insanın uğrak yeri olmuştu evleri bunda şikayetleri yoktu aksine büyük bir haz duyuyorlardı , köyden gelen bu misafirler mutlaka birkaç kuşaktan akrabalık derecesi oluyordu. Evin ikinci katında bir soba ,ve iki çekyatlı bir oda yapmışlardı , orada ağırlıyorlardı gelenleri üstelik gelenler günü birlik değil, geldiklerinde bazen günlerce haftalarca kalıyorlardı. Eve taşındıkları senenin kış ayında yine köyden gelen ve uzaktan akraba olan 18/19 yaşlarında bir delikanlı misafir olur. Hoş geldin merasiminden sonra köydekilerin hatırları sorulur selamlar alınır, delikanlı iş bulma umudu ile gelmiştir şehre kalacak yeri olmadığı için bu ailenin adresini vermişlerdir. Genç her gün iş bulma umudu ile evden çıkıyor akşama baba ile eve dönüyordu ama her gün bitiminde yine eli boş bir şekilde aynı sofrada yemek yiyorlardı. Aile bu duruma üzülüyor ama belli etmiyorlardı anne ve baba onu da bir çocukları gibi görüyor elif ve ablası içinde hiç olmayan ağabeyleri gibi görüyordu, yine böyle bir günde genç eve erkenden geldi orta kata çıktı sobayı yaktı ve uzandı , anne o günlerde rahatsızdı ev işlerinden sonra her fırsatta yatıyor dinleniyordu. Elif ve ablası büyük bahçede ve sokakta oynuyorlardı. Sıkılan çocuklar gencin odasına gelirler, genç bunları odaya alır, oda sobanın verdiği sıcaklıkla üşüyen ellere ve kızaran burunlara ilaç gibi gelir, genç yatağa uzanır elif ve ablası diğer çekyatta oturmaktadırlar. Elif’in ablası odanın sıcaklığı ile çekyatta gözleri kapanır. Elif o gençle konuşmaya devam eder ve genç onu yanına çağırır. Bildiği massallar olduğunu söyler. bunu duyan elif koşa, koşa gencin yanına gider, genç anlatmaya başlar ve kısa bir süre sonra elif’te gözlerini kapatır. Yorgun bedenleri sıcak odaya yenik düşmüş ve de iki kız kardeşte uyumuşlardı. Aradan yarım saat bile geçmeden tüm binada elif’in çığlıkları duyulur, sanki tüm duvarlar sesle birlikte genişliyor. Çığlık tüm binayı sarmıştı. Anne gözlerini açar ve elifin feryatlarını duyar. Ne olduğuna anlam veremeden hızla yatağından fırlar aklına ilk gelen düşüp bir yerini kırmış olmasıdır. Merdivenleri gözü görmez düz bir yoldaymış gibi büyük adımlar atar elif’in sesi ikinci kattan misafir odasından gelmektedir. Odanın kapısına geldiğinde, misafir olan gençle bir anda kapı önünde göz göze gelirler, genç eli ile anneyi kenara ittikler ve büyük bir hızla kaçar anne ne olduğunu anlayamaz ve odaya girer. Elifin ablası çekyatın bir köşesinde elleri ile kafasını tutmuş nefes alamıyor, ağlayamıyordu. Anne elifi aradı gözleri ile elif diğer çekyatta baygın bir şekilde duruyordu , koşarak elifi kucağına aldı, ve aldığında neler olduğunu anladı, o kapılarını açtıkları ekmeklerini paylaştıkları, tanrı misafiri deyip ailesinin içine aldıkları genç elife hunlarca tecavüz etmiştir…….
Anne ağlamaklı gözlerle hastaneye koşar, kucağında minik bir beden,aklında o bedenin yarınları, ve üzerine kan damlası gibi düşen göz yaşları, dilinde neden Allah’ım neden , biz neyi yanlış yaptık, sözleri, baba olanları telefonda duyduğunda elinde işlediği bir cam vazo vardır. bu güne kadar hiç kırmadığı. Bu güne kadar çocukları gibi büyüttüğü cam elinden düşer ve sert zeminde parçalanır.
Elif birkaç gün hastanede kaldıktan sonra taburcu olur. Olay haliyle polise intikal eder. Kısa zamanda yakalanır. Ve göz altına alınır.bir kaç ay sonra mahkeme olur. Ve olmadık bir karar çıkar. hakim o ruhsuz, vicdanı kor ateşlerde yanan gence 6 yıl 8 ay gibi gülünç bir ceza verir.
Aradan yıllar geçer ve dördüncü senenin başında af çıkar ve aftan yararlanan o kişi 4 sene sonunda tekrardan topluma karışır.
Anne ve babası kendi aralarında hep aynı soruyu soruyorlar” biz nerede yanlış yaptık” bunca sene gelen tüm misafirleri el üstünde tutmadık mı, ekmeğimizi paylaşmadık mı, üzerimizden yorganı alıp üzerlerine örtmedik mi, biz böyle öğrenmedik mi büyüklerimizden , bunların neresi yanlış” o hazin olay sonrasında anne ve babasının yüzü gülmedi içten içe hep bir isyan ateşi yandı durdu,
Elif seneler boyu bu tramvayı atlatamaz hiçbir mekanda yalnız kalamaz. Hatta babası ile birlikte bile içinde anlatılmaz bir korku ve baskı olur. Bu 19/20 yaşlarına gelene kadar bu durum rahatsız eder. Şimdi 27 yaşında elif hanım, evli ve mutlu bir ailesi var. Ama içini kemiren üç şeyden kurtulamamaktadır bir türlü ilki
–bir insan nasıl olurda o yaşta birine böyle bir şey yapar .
- mahkeme salonunda hakimin “ hadi bakalım yavrun anlat bize nasıl oldu, bak sana çikolata alacağım” sorusu
- vede kendisinden çok anne babasının üzüntüsü ve 6 yaşına kadar tüm yokluklarda sorunlardan yılmadan yıkılmayan bir ailenin bu olay sonrasında tüm hayatlarının karanlığa bürümesi, sorusu


bir sepet bulalım ve bir elma ağacına çıkalım ,en güzel en beğendiğimiz elmaları toplayalım ,sonrada bir masa üzerine dizelim, her biri diğerinden farklı her birinin rengi değişik olduğunu görürüz ama bu elmaların birinde içini kemiren bir kurt var. Biz bunu göremeyiz hepsini de büyük bir güvenle evimize götürürüz yemeye başladığımızda o kurtlu elma ile karşılaşınca büyük bir tiksinti ile atarız ve diğer elmalara da aynı muameleyi yaparız ve nerde bir elma görsek o kurdun o elmada yaşadığını düşünürüz. Bu güne kadar bu aile tüm sepetteki elmaları evine getirdi ta’ ki kurtlu elmayı görene kadar.şimdi o aile için her elma içinde kurt olma ihtimali var.
Ama o elma ağacından toplanan her elma aynı değil, hayatımıza giren her insan kötü veya iyi değil bunu bilemeyiz. Evimize aldığımız , sırlarımızı paylaştığımız her insan güvenilir olmayabilir. Bunlar bizim ruh halimiz ve hayatımız, bu hazin olayın en üzücü yanı bu olayı ifal eden şahsın bu denli kolayca toplum arasına salınması, ve ibret olacak emsal teşkil edecek bir ceza yerine onu böyle bir ceza ile ödüllendirmek, ne toplum ne biz nede devlet, suçlu kim ? o kişimi ,bu denli bir ceza ile ödüllendiren devlet mi , o kişiyi biz toplum arasında tekrardan aramıza katılmasını kabullenen biz mi ? yok hayır onu o hale getiren , Allah korkusu olmayan bir kalbi ve bu kalbi yetiştiren ebeveynler , evet mutlaka içinde kötülük vardı bunu engellemek beklide imkansızdı ama o an içinde bir nebzede olsa vicdanını hatırlatacak Allah korkusu olsaydı bu denli hazin bir olay olmayacaktı beklide , işte biz son birkaç kuşaktır böyle sorumsuzca yetiştiriyoruz çocuklarımızı , gençli aşısıdır diye , yaşaması gerekli diye düşünerek bazı yasaklardan ve disiplinden uzak tutuyoruz işte bu gibi olaylarda en ağır sonuçları olarak bir başka ailelere ve bireylerin hayatları kararıyor.
Bir büyük yangından ne kurtarırsak kar düşüncesi ile bakıyorum olaya ve o yangındaki en değerli olan elif’i kurtardığımıza inanıyorum daha doğrusu büyük bir olgunluk ve güçle kurtulduğuna inanıyorum
Peki ya kurtulamayanlar…………………….
Bir tek Türk olmak, yalnızca Avrupai düzeyde bir insan yetiştirmek, yemek yedirmek , iş vermek yetmiyor, günümüzde demode olarak algılanan dinimizi daha fazla acılar yaşanmadan geleceğimiz, yarınlarımız olan gençlere aşılamak ;……………….

Fatih_han545@hotmail.com


21 Eylül 2008 Pazar

GELDİĞİN GÜNÜN ELVEDASI

.Dostluğunla büyümüş bir beden ,anlamsız sözlere çekilmiş bir siyah perde, durma hadi kapa tüm pencereleri, kapa tüm ışıkları, beni bana bırak beni senden önceki yıllara bırak, git durma sakın söyleyecek sözün olmasın, son kelimen sakın elveda olmasın, umutla yeşersin dönme ihtimalin, sessizce çek kapıyı gidişini duymasın kalbim, kırılan parçaları toplamaktan kanadı ellerimim , neden her gidenin ardından yaralı ellerim neden hep kırmızı renk benim gözlerimde, hani bitmemişti hani seneler vardı daha yaşanası yıllarımız olacaktı, ya hani düğününde senin şahidin olacaktım, tebrik ederken kulağına fısıldayacaktım, elveda özgürlüğün diyecektim ama nerden bilirdim o söze yakışan dünkü konuşmamız olduğunu, sen bana okulunu anlatacaktın ben sana şiirler yazacaktım o şiirleri sevdiğine ben yazdım diyecektin. Oysaki sen benim şiirlerime aşıktın. Okumak için gün sayardın. Nerden bilirdim sana bu son yazdıklarım olacağını nerden bilirdim son satırlarım son şiirim olacağını. Ah be dostum bu ekranın neyini beğenmedin de taşındın başka ekranlara ,

Kapa tüm ışıkları ,sıkı..! sıkı…! kapa pencereleri
Sızmasın odaya ne güneş nede sevgi sözcükleri
Uzat ayaklarını evin bir köşesinden bir diğer köşesine
Simsiyah bulutlar kaplasın yokluğunda, onu sevgisi kendine
Kafan kolların arasında, düşünme yoksun sen aslında
Düşünme insanları yalancı sevgilerini, aldanma dost diyen dillere
Beklide onlarda bırakıp gidecek her bitişin sonunda
Ne kalacak ? yalnız kalbinden başka ..! söyle bana
Ağla belki silebilirin içindeki yarım kalan hayalleri
Susun.! susun.! konuşmayın aynalar.. bunlar son kelimeleri
Dönmesin sakın geri, istemiyorum ben artık onun sevgi sözlerini
Yalancı sevginin yalancı insanı, dostum dediğim hayallerimin temeli
Yaşamadıklarımın gölgesi, yaşadıklarımın anısı
Bıktırdı her gidişinde bu kalp acısı
Dönme sakın geri, sevmek için bulamayacaksın artık beni……..!






16 Eylül 2008 Salı

BÜYÜK YANGININ KÜÇÜK DAMLASI


Henüz yaşım 10,cebimdeki misketlerden yeni kurtulmuş televizyonu yeni keşfetmiş gibi izliyor, daha neyi ne kadar sevdiğimin bilince olmadan çocukluktan feragat edişimi ve gençlik dönemimi ilk adımlarını banyodaki aynadan seyrediyorum. Olgunlaşan bir beden, asileşen bir ruh ve her geçen gün daha çok ilgi isteyen bir insan oluyorum dum , öyle geçmeye başlıyor 10 yaşından sonraki yaşlar, dersler ve televizyon tüm zamanımı alıyor birde odamdaki güzel sesli kanaryam bunlarla zamanımı geçiriyor, birde aynı yaşlarda komşumuz Halil amcanın kızı Leyla var. aynı yaşlarda ve aynı sınıfta öğrenim gördüğümüz için sık ,sık görüşüyor ve ders çalışıyorduk en iyi arkadaşımdı Leyla benim..
Zamanın çok ağır ilerlediği yaşlardı bir an önce büyümek araba kullanmak ve özgürce harcayacağımız bir maddiyatın sahibi olmak hep büyümek, büyük insan olup kendimizce özgür olma hayalleri kuruyorduk
Bunca günler ve seneler arasında hayatıma anlam kazandıran ve bazı düşüncelerimi değiştiren bir olay oldu…………..

Yine bir cumartesi günü erkenden kalkıp kanaryamın suyunu ve yemini verdikten sonra biraz televizyon seyrediyordum , henüz annem ve babam uyanmamıştı, ama ben acıkmıştım mutfaktan bir parça ekmek ve biraz peynir aldım, ekmeği kesmek için bıçak aldım ve kesmeye başladım ve bir an dikkatsizlikle elimi kestim ekmek bıçak yere düştü ve elimi izlemeye başladım kan durmadan akıyor ve parmağım acıyordu diğer elimle parmağımı acıdan sıkıyor ama daha fazla kanıyordu aklıma annemi seslemek geldi, seslendim ama duymadı o anki çocuk zekası ile telefona sarıldım ve çevirdiğim numara 112 acil numarası olmuştu…
Ses çok sempatik ve ilgi uyandıracak bir yumuşaklıkla -alo nasıl yarım edebilirim- dedi
- alo parmağımı kestim çok acıyor
- önce sakin olun, yaşınız kaç
- 10 yaşındayım hanım efendi
- Kesik derin mi
- Hayır ama kanıyor
- Anneniz ve babanız evde yok mu ?
- Var, yukarıdalar ama uyuyorlar
- Tamam ,önce temiz bir bez bulun
- Buldum
- Şimdi onu parmağınıza sarın ve biraz bekleyin ve sonucu bana bildirin
- ( biraz zaman geçtikten sonra tekrar sorar telefondaki bayan
- Evet şimdi nasıl elin acıyor mu halen
- Hayır kanamada kesildi ( tebessümle cevapladım, ilgisinden ve yardım severliğinden çok hoşlandım ve teşekkür ettim ) ve telefonu kapattım.
Ve o an hiç aklımda çıkmadı. Bir sonraki gün tekrardan aynı numarayı çevirdim , yine aynı bayan çıktı ve sıradan basit sorunlar anlattım ,oda her zamanki gibi yine büyük bir alçak gönlülükle cevapladı , artık her gün arar olmuştum, kedinin yemeğini yemediğini dün gece uyumadığımı okulun kötü geçtiğini anlatıyordum oda bana nasihatlerde bulunuyor çözüm önerileri sunuyordu yine böyle bir günlerden birinde kanaryamın cansız bedenini kafesinde gördüm ve hemen telefona sarıldım
- alo filiz çok kötü bir şey oldu
- dur sakin ol tek , tek anlat ne oldu
- kanaryam , kanaryam hiç ötmüyor , hiç şarkı söylemiyor sanırım ölmüş ,
- mert önce sakin ol ve kuşa dokunma tamamı, üstelik bu kadarda üzülme o artık ebedi dünyada şarkı söylüyor sadece sen duyamıyorsun
- ama ben duymadıktan sonra, çok kötüyüm filiz

biraz teselliden sonra telefonu kapattık ve yaklaşık bir saat sonra kapı çaldı ve bir kafes içinde rengarenk bir kanarya elinde biri kapıda belirdi
- mert bey ile görüşecektim
- buyurun benim
- Bu kuşu filiz hanım gönderdi
Ne olduğunu anlayamadan odamda tekrardan kanarya sesleri yankılanıyordu , arayıp teşekkür ettim ve telefonu kapadıktan sonra , neden bu kadar anlayışlı ve iyi bir insan olduğunu düşündüm annesinin gösterdiği şefkatten hiçbir farkı yoktu..

Artık aylar su gibi ilerliyor lise üniversite derken yaşadığım şehirden ve filizden hayli uzak kaldım ailemde taşınmıştı o şehirden yani hiçbir bağlantım kalmadı, önce iş ve düzenli bir hayattan sonra Leyla ile evlendim ,işim geregi sık, sık seyahat ediyordum ve bir gün işim eski yaşadığım şehre gittim , bir otele yerleştim ve işlerime koyulmuştum boş zamanlarımda özlem gidermek için şehirde geziyordum, aklıma filiz geldi ve eski oturduğum mahalleye gittim ve oradan bir telefon buldum ve aradım..
- merhaba hanım efemdi benim kedim yemek yemiyor ne yapmalıyım
- ( birkaç saniye telefondan ses gelmedi )
- Demek elin iyileşti mert
- ( durumlar ve haller soruldu nerede nasıl yaşandığı anlatıldı, azda olsa kısa bir özlem giderildi ve )
- Sizi ziyaret etmek istiyorum nerede çalıştığınızı söylerimsiniz bana
- Tabi neden olmasın ama bu günlerde tadilat var ve evde de misafirlerim var zamanın varsa gelecek hafta görüşelim
- Tamam olur daha burada birkaç haftalık işim var, ama telefonumu vereyim müait olduğunuzda arasınız bende gelirim
- Tamam ver
- ( telefonumu verdikten sonra kapattım ve tekrardan işime koyuldum )

Hafta bitti aramadı, işim bitmiş filizin telefonunu bekliyordum gitmeme birkaç gün kalmıştı ve konuşalı iki hafta olmuştu tekrardan aynı telefon kulübesine gittim ve aradım.
- alo çok merak ettim neden aramadın benim zamanın dolmak üzere
- ( telefondan faklı bir ses geldi ve kimi aradığımı sordu )
- Filiz hanımla görüşecektim kendisi orada çalışmıyor mu ?
- Evet burada çalışıyordu ama kendisini geçen hafta kaybettik
- ( bir an duraksadım ve başım döndü )
- Siz mert bey misiniz ?
- Evet benim
- Beni dinleyim lütfen, ben filiz hanımın arkadaşıyım ve size bir notu var onu iletmem gerekiyor bir saniye şuraya bırakmıştı ( ve okumaya başlar )
- Merhaba mert uzun zamandır telefonunu bekledim ama senin bu şehirden gittiğini bilmeden günlerce senelerce telefonunu bekledim hatta evini buldum ama taşındığınızı öğrendim, çok üzülmüştüm , ama yinede umutla telefonunu bekledim ve birkaç gün önce aradın, kalbim heyecanla atıyordu, ama bunu sana hissettirmedim ,zaten hastaydım ve sakin olmam gerekiyordu ağlamamak için kendimi zor tutuyordum ,sanırım bu notu yırtmadan çöpe atmamışsam bil ki bu dünyada değilimdir , hastalığım çok ilerledi ama bunu bilen bir doktor birde ben vardım tedavi, gördüm ama yapacak pek bir şey kalmamıştı son bir umutla yine telefonun başında çalışarak geçirdim, şimdi bu denli sana ilgi ve sevgi duyduğum merak ediyorsundur, benim sana olan sevgim bir annenin çocuğuna olan sevgisiydi mert,ben mutlu bir evlilik yaptım ama eşim ve benim çok istediğimiz bir çocuk Allah bize vermedi senelerde tedavi görmemize rağmen olmadı , tam o zamanlarda sen aradın beni, sesin o kadar masumca ve saftı ki sana kendi çocuğum gibi ilgi duymak sorunlarına dertlerine çare bulmak istedim ve her gün araman için dua ettim, çocuk özlemi mi senle gideriyorum, daha fazla uzatıp üzmek istemem hani bir gün kanaryan ölmüştü çok üzülmüştün ve bir daha şarkı söylemeyecek diyordun bende sana ebedi dünyada o şarkılar söylüyor üzülmem demiştim, işte şimd bir kez daha söylüyorum ben ebedi dünyada telefonun başında değil 10 yaşında çocuğum mutlu olabileceği bir parkta seni bekliyorum, fazla üzülme ve annene çok iyi bak………….

Bu tür yazıları okuyup ta düşününce hayatın herkes eşit ve adil davranmadığını görüyoruz, bu yaşanası kaderimiz yarınların ne getireceğini bilmeden bu günden kurduğumuz hayallerin acısı,her birey olarak topluma karşı görevlerimiz var. Bunlar mutlaka maddi anlamda olmamalı, biz dışında yaşayan insanlar olduğunu unutmamalıyız ve onlarında bizim olduğu gibi sorunları vardır. Peki elimizden gelen bumu sadece onların sorunlarını izleyip “ALLAH yardım etsin zor” deyip geçmek mi . hayır böyle olmamalı kesinlikle elimizden geldiği kadar ama içten bir şekilde bu tür sorunları olanlara yardım etmek. Unutmayın insan yaşadığı hayatı sadece o anki ve geçmişi hatırla geleceğin ne getireceği bilinmez, bir an için o kişilerin yerini kendimizi koyalım ve düşünelim…………..


Fatih_han545@hotmail.com

14 Eylül 2008 Pazar



BİR GÜN MUTLAKA, BİR GÜN MUTLAKA, O YÜKSEK TEPEDE YAŞADIKLARIMI VE YAŞAMADIKLARIMI HAYKIRIRKEN DUYMAYAN KULAKLARA, KAYA PARÇASI KALPLERE, O AN İŞTE BİRİ KOLLARIMDAN TUTACAK, KENDİNE DOĞRU ÇEKECEK VE O SİHİRLİ KELİMEYİ KULAKLARIMA FISILDAYACAK" SENİ ÇOK İYİ ANLIYORUM" İŞTE BU YÜZDEN HALEN YAZIYORUM, İŞTE BU YÜZDEN HALEN UMUT DOLUYUM YARINLARA, İŞTE BU YÜZDEN BENİ ANLAMAYANLARI HAYATIMDA ENGELLEDİM, İYİKİ SİZDE VARSINIZ, DOĞRUYU BULMAMDA O KADAR ÇOK YARDIM EDİYORSUNUZ Kİ BİLMEDEN, O TAŞ KALPLERİNİZ ÖN YARGILARINIZ OLMASA ÇOKTAN KAPILIP GİDERDİM SONU OLMAYAN BİR YABANCI DİYARLARA..........................


Bu bahse konu yazıda anlatılmak istenen , okuyucunun okuduğu gibi algılaması değil yani basit kelimeler olmadığı kanısındayım, ben yazdığım satırlarda okuyucuyu içine çekemiyorsam bir şeyler eksik olmuş demektir. Bu yüzden yapılan eleştiriler hayli düşündürdü, yazıya gelince ,bir anlık insanın bir günü anlatan bir yazı değil ,genel bir hayat bakışı bu, evet bu anlaşılmaktan bir çok insan muzdarip bana özel bir şey yok bir çok insandan biride benim, sözlerin bu kadar sert olmasına gelince , “ O TAŞ KALPLERİNİZ ÖN YARGILARINIZ OLMASA” burada okuyan her birey kendisine pay çıkarsın diye değil, burada hayatımızda ki insanları kastetmiştim, çok kullanılan bir söz vardır-iyi ki kötü insanlarda var yoksa iyilerin anlamı kalmazdı- bu sözün üstüne yazıyı ekleyebilirsiniz.
Ben bu yazıyı okuyan her insana – siz önyargılısınız – siz taş kalplisiniz –hiç biriniz beni anlamıyor, diyemem bu çok bencilce ve bir insana yakışmayan sözler olur , kaldı ki ben bunları paylaşmak için yazıyorum , neden okuyucuyu bu şekilde suçlayıp buradan uzaklaştırmak gibi bir amacım olsun ki, bu şekilde eleştiriyi kabul edemem ama ilgili yazıyı daha detaylı ve anlaşılır yazabilirdim ,bunu kabul ediyorum..
( umarım yorup yapan okurlar için açık ve anlaşılır bir cevap olmuştur, son bir şey sizler eleştirdikçe karanlıktaki ışığı görmek çok daha kolay oluyor. Yorumlar için özel bir teşekkür etmek isterim)

9 Eylül 2008 Salı

UYAN ARTIK


BİR GÜN MUTLAKA, BİR GÜN MUTLAKA, O YÜKSEK TEPEDE YAŞADIKLARIMI VE YAŞAMADIKLARIMI HAYKIRIRKEN DUYMAYAN KULAKLARA, KAYA PARÇASI KALPLERE, O AN İŞTE BİRİ KOLLARIMDAN TUTACAK, KENDİNE DOĞRU ÇEKECEK VE O SİHİRLİ KELİMEYİ KULAKLARIMA FISILDAYACAK" SENİ ÇOK İYİ ANLIYORUM" İŞTE BU YÜZDEN HALEN YAZIYORUM, İŞTE BU YÜZDEN HALEN UMUT DOLUYUM YARINLARA, İŞTE BU YÜZDEN BENİ ANLAMAYANLARI HAYATIMDA ENGELLEDİM, İYİKİ SİZDE VARSINIZ, DOĞRUYU BULMAMDA O KADAR ÇOK YARDIM EDİYORSUNUZ Kİ BİLMEDEN, O TAŞ KALPLERİNİZ ÖN YARGILARINIZ OLMASA ÇOKTAN KAPILIP GİDERDİM SONU OLMAYAN BİR YABANCI DİYARLARA..........................

4 Eylül 2008 Perşembe

BİZ YAŞAMASAKTA, AŞKIMIZ AYNI TOPRAKTA


BİZ YAŞAMASAKTA, AŞIĞIZ AYNI TOPRAKTA

Ne kadar uzun yaşadım ben sensizliği
Ne kadar besledim yarım bıraktığın sevgiyi
Ne kadar özledim ben şimdi seni
Hani sıkı,sıkı sarandın ya , toprakla dost olana kadar

Ne vardı şimdi bırakıp gidecek
Ne buldum toprakta bende bulmadığın
Bir parça bez bir avuç toprak
Kim derdi seni benden ayıracak

Döktüğüm göz yaşları ile büyüdü toprağındaki çiçekler
Sevdiğimi , özlediğimi söylemekten yoruldu cümleler
Ne dünde yaşadığım anılar avutuyor beni
Nede elimin içindeki sen kokan topraklar

Bırakıp gitmek mi zor , yanındayken özlemek mi ?
Seviyorum seni deyip toprağına sarılmak mı ?
Hayata küsüp yanındaki boşluğa yatmak mı ?
Beklide en kolayı seni bana aşık eden anıları gömmek

Keşke bu kadar kolay olsaydı……………………………


2 Eylül 2008 Salı

BEN ÇOCUK OLMAYI ÖZLEDİM


BEN ÇOCUK OLMAYI ÇOK ÖZLEDİM

Ben okulumu özledim geçmişte kalan kömür karası önlüğümü
Yırtık yakalığımı, çamurlu ve su alan pabuçlarımı özledim
İte kaka sürüklediğim çantamı, uçları yıpranmış kitabımı defterimi özledim
Yaz günlerinde okul bahçesinde patlak topun peşinde koşmayı
O top yüzünden sırayla önce öğretmenimden sonra annemden fırça yemeyi özledim
Terleyip hasta olmayı özledim
Ben öğretmenimi özledim
Yağmurda su birikintilerine zıplamayı özledim
Yol üzerinde bulunan meyve ağaçlarına tırmanmayı özledim, topladığım meyveleri büyük bir iştahla yemeyi sonrada sabaha kadar midemin ağrımasını özledim
Paranın bir tek leblebi tozu ve baston şeker almaya yaradığını sandığım yılları özledim
Çocukluğumdaki ramazanları, bayramları özledim.
Tüm ramazan ayı boyunca okuldan eve yaya geldiğin , yol parasını bayram harçlığı için biriktirdiğim kumbaramı özledim
Kurban bayramında çarşıda yorulup acıkınca , yarım ekmek arası köfte ekmek almayı özledim
Ben ramazanı, bayramı özledim
Bayramlardaki luna parkımı özledim, cebimdeki son parama kadar çarpışan arabaya harcadığım yılları özledim
Ben hiç görmediğim dedemi özledim

Ben bunları yapamıyorsam sanırım büyüdüm
Okulun başladığında masrafların artığını, önlük yerine üniformaların daha pahalı olduğunu , yeni pabuçları bile çocuklara beğendiremediğimizi ,defterlerin her ay yenilenmesini, her öğrencide bir topun olmasını ve bu topun sadece “benimde topum var” demek için okula götürüldüğünü, öğretmenin saygı duyulan bir meslekten çıkıp bir hapishane gardiyanı görevlisi gibi bakan gözleri, yağmurlu havalarda üzerine düşen bir damla için ağlayan çocukları, günün parası ile tüm yıl okul harçlığı kadar bayramlarda para biriktiren ama yinede kanaatsiz olan çocukları, ramazanı ayının büyüsünü unutup açlık ve sigarasızlık yüzünden işkence ayı gören büyükleri, luna park yerine bayramı bilgisayar başında bir binanın 7 katında geçiren çocukları, dedesini ninesini bayramda ne kadar para koparırım diye bakan gözlerden nefret ediyorum
Ben büyüdüm çok şey değişti, ben büyüdüm çocuklar değişti, ben büyüdüm, her şey menfaat oldu , ben büyüdüm azla yetinen olmadı, ben büyüdüm saygı küçüldü.
BEN NEDEN BÜYÜDÜM Kİ………………..
Fatih_han545@hotmail.com

23 Ağustos 2008 Cumartesi

BANA ' SEVDİĞİNİ ' SÖYLE ANNE



BANA ‘ SEVDİĞİNİ ‘ SÖYLE ANNE

( okuyacağınız yazı bir hikaye,bir hayal ürünü, bir senaryo değildir. Bu anlatılan konu tamamen gerçektir.lütfen okuduktan sonra birkaç dakika özeleştiri yapalım)

Yaşanan hayatın nasıl bir başlangıcı varsa şüphesiz birde bitimi olacağı aşikardır. İnsan kimi zaman bu büyük ayrıntıyı unutup sonsuz bir hayata yaşadığını düşünse de mutlaka kapısını çalacaktır ölüm, bunu düşünerek yaşayanlar; hem kendileri için hem de kendisi dışında yaşayan insanlar için çok daha fazla faydalı olacağı kaçınılmazdır.
Adı Hüseyin , kalabalık bir ailenin sakin ve sesiz delikanlısı, başına gelen olaylardan önce hayat dolu umutları ve yarınları olan bir gençti, belirli bir olgunluğa geldiğinde ailesinin isteği ile evlenir görücü usulü ile , zaten faklı bir beklentisi de yoktur. evlendiği eşinin annesi babası yoktu, yetim ve öksüzdü , zamanla sevdi ve kopmaz bir parça oldular. Her şey yolunda gidiyordu ,taaki Hüseyin’in annesi ve babası bu huzurlu ortamı bozana kadar, hiç olmaz sebeplerden ve ısrarla hüseyninin eşine olmadık sözler ve görevleri veriyorlardı, bunu gören Hüseyin saygısından pek bir şey diyemiyordu ama bir türlüde nedenini anlayamıyordu ve annesi ile bunun nedenlerini sorgulamak için bir gece uzun bir konuşma yaptı ama beklemediği tepki ile karşılaştı ve günler geçtikçe hem Hüseyin hem’ de eşi ,anne ve babasından ve diğer aile fertleri tarafından dışlanıyorlardı, bu zaman zarfında birde çocukları oldu adını Leyla koydular, Hüseyin adeta kızına toz kondurmuyor ,el üstünde tutuyordu ,henüz 4 -5 aylık bir bebeğe masallar anlatıyor onunla gülüyor, onunla ağlıyordu ,bir babanın evladına duyabileceği sevgi bu denli yüksek olurdu ancak, bunun başlıca sebebi kendisinin görmediği ilgi anlayış ve en önemlisi sevgiydi , içinden gelenin tamamını kızına yansıtıyordu , ama evde her şey bu kadar toz Pembe değildi, evdekilerin tavrı katlanılacak gibi değildi,buna müteakiben Hüseyin’de ruhsal bunalımlar baş gösteriyordu, çok kez kasabanın dışında ki yüksek tepeye çıkıyor yukarıdan kuş bakışı ormanı ve kasabayı saatlerce seyrediyordu, bazen eşi ile birlikte gidiyordu, orayı o kadar çok seviyordu ki “insan böyle bir yerde yaşamalı, eğer yaşayamıyorsa öldüğünde buraya gömülmeli “ derdi.Hüseyin çıkış yolu ararken aklına İstanbul’daki abisi gelir, o diğerlerinden farklıydı, onu anlıyor ve dinliyordu,ilk fırsatta İstanbul’a gider. kapıyı çalar kapıyı açan abisi Hüseyin’i tanıyamaz , bitkin ,yorgun, kıyafeti düzensiz saç sakal bir birine karışmış bir durumda içeri alır, olanları anlatır, abisi bu duruma üzülür ve nasihat eder, birde öneri sunar İstanbul’a gelmesini ister( abisi Hüseyin’in gelmeyeceğini sanıyordu, ama yanıldı),Hüseyin hiç düşünmeden kabul eder, ama önce ev ve bir iş bulmak zorundadır. Birkaç ay boşta gezdikten sonra bir tekstil fabrikasında iş bulur, birde ucuz yollu ev ayarlar,bu birkaç aylık dönemde abisinin yanında kalır ama bu zaman zarfında iyice kötüleşir Hüseyin , kimi zaman yemiyor içmiyor saatlerce boş bir duvara bakıp düşünüyordur. Bu hali her geçen gün artmaktadır. Artık zaman gelmiştir eşini ve canı kadar sevdiği kızını almak için kayserinin yolunu tutar.üstelik eşi hamledir çok az, bir birkaç aylık zamanı kalmıştır. Abisi ve evdekiler onların dönüşünü bekleye dursun bir gece çığlık atarcasına telefon çalar, gecenin bir yarısı için pek hayır değildir. Telefonu abisi açar , birkaç soru cevaplar ve telefonu kapatır ve koltuğa öylece oturur hiç sesi çıkmaz. Telefonun diğer ucunda hastane görevlisi vardı ve abisine kötü haberi verir. Hüseyin vurulmuştur ! ve hastanede can çekişmektedir, olayın şokunu atlattıktan sonra oda Kayseri’ye gider.kardeşini kablolara bağlı bir şekilde yoğun bakımın camekanında yaşamak için çırpınışlarını izler. Aslında vurulması tamamen talihsizlik ve hazin bir olaydır. Birkaç kişi alacak verecek davasından tartışır biri diğerini vurur o esnada Hüseyin orada geçmektedir ve olayı görürü vuran kişi görgü tanığı olmasın diye Hüseyin’in ensesine silahı dayar ve tetiğe basar, mermi enseden girer ve boğazından çıkar, ama yaşar, hastaneye yetiştirirler. Ve boğazından nefes alması için yer açarlar birkaç gün geçtikten sonra Hüseyin gözlerini açar, açar ama konuşamaz hareket edemez haldedir ,sadece gözleri ile bir şeyler anlatmaya çalışır. Annesine’ de haber verirler, odanın kapısında annesini gören Hüseyin müthiş bir refleksle sinirlendiğini ve istemediğini anlatmaya çalışır, ve abisinin eşi yani yengesini ister, yengesini çok sever Hüseyin çocukken annesinden görmediği sevgiyi şefkati ondan görmüştür. Günler geçtikçe herkes Hüseyin’in düzelmesini beklerken 15. günün sabahı Hüseyin hayata gözlerini yumar.
Birkaç ay sonrada eşi doğum yapar ikiz dünyaya getirmiştir ve ikisi de kızdır ,birinin adını sema diğerini esma koyarlar, eşi Hüseyin’den sonra bir yere gidemez 1 sene aynı evde yaşar, ve günün birinde Hüseyin’in anne ve babası ,Hüseyin’in eşini kardeşi ile evlendirmek isterler ama eşi kesin bir tavır ve kendi canına kıyacağını söyleyince bu olaydan vaz geçerler.günler haftaları haftalar ayları onlarda seneleri kovalar Leyla 5 yaşına gelir diğerleri’ de 2 yaşını doldurmuştur. Yine bir gece ağlamaklı bir ses gelir .ağlayan Leyla’dır. annesi yanına gider ve neden ağladığını sorar, oda Hüseyin geldi ve beni almadan gitti der ( Leyla babasına Hüseyin diye hatırlıyor ve öyle hitap ediyordu) annesi bir anlam veremez ve rüya olduğunu ve geçeceğini söyler. Ve bu olaydan 2 gün sonra nedenini doktorların bile çözemediği bir şey olur ve Leyla hayata veda eder. Kimse ne olduğunu anlayamaz , daha Leyla’ nın üzüntüsünü atlatmadan ikizlerden biri olan esmada 2 ay sonra gözlerini kapatır hayata. Bir tek sema kalır. Hüseyin’in eşi semayı da alarak tek akrabası olan abisinin yanına İstanbul’a gider. Orad
a yaşamaya başlar, ama Hüseyin’inin annesi ve babası bir şekilde sema yı annesinden alırlar. Ve artık Hüseyin’in çilekeş eşi Hüseyin’den kalan son parçasını’ da kaybeder,bir türlü alamaz sema’ yı ,tehditler yıldırmaların arkası kesilmez ama annesi yılmadan almak için çaba gösteriri gösteride bir türlü sonuca ulaşamaz
Sema dedesi ve babaannesinin evinde büyümeye başlar Hüseyin’in diğer bir kardeşi yani esmanın öz amcasına “baba” yengesine de “anne” diye hitap etmektedir. Semanın fazla bir şeyden haberi yoktur ona böyle öğretilmiş oda yazılan senaryoyu bilmeden oynuyor.
Son sözler ;
Şimdi Hüseyin o çok sevdiği tepede kızları ile birlikte ebedi uykusunda eşini bekliyor. Hüseyin’in annesi uzun bir zaman sonra Hüseyin’in mezarını ziyaret etmeye başlar, bunun nedeni yaşlılıktan olsa gerek birkaç hastalık bedenin rahatsız etmektedir, bu hastalıklar ve yaşı ölümün kokusunu da anlatmaktadır ve annesine geçmişini sorgulama fırsatı ve hiç düşünmediği ahreti hatırlatır ve Hüseyin’ ne yaptığı Haksızlığı, göstermediği sevgi ve şefkati hatırlatır ve bu onu çok rahatsız etmektedir.
Sema şimdi 10 yaşında amcasına baba yengesine anne diyor hiçbir şeyden habersiz yaşamını sürdürüyor
Hüseyin’in eşi yıllar sonra tekrardan evlenir ama Hüseyin ve kızlarının acısını daha ilk gün ki gibi kalbinde hissetmektedir , birde sema ya, duyduğu evlat özlemi eklenince sadece nefes alan bir canlıdan farkı yoktur.

( insanları anlamak hayli güç, ama neticede bir insanı insan yapan davranışları, düşünceleri ve duygularıdır. Hüseyin anne ve babasından ne sevgi nede şefkat gördü ve gözlerini hayata kapattı. Ölüm nasıl ve nerede başımıza gelir muammadır.bunun o kadar önemi yoktur. Neticede doğan her canlı ölümü tadacaktır, önemli olan ne bıraktığımız, nasıl hatırlandığımız ve ahrete ne götürdüğümüzdür. Hüseyin sevgi ve şefkatten yoksun gitti , peki ya biz, ya biz ; bu yazıyı okuyanların belki çocukları yok beklide var bununda önemi yok önemli olan kalbimizdeki şeffaflık, her şey geç olmadan, özellikle çocuklarımıza ; onları ne kadar sevdiğimizi göstermeliyiz, gün olur mezar başında pişmanlık göz yaşı dökmektensen bunu şimdi şu an yapmak çok daha doğru………


Gölgem gibidir sevgim
Sevgim .annemdir benim
Sarar bitmek bilmeyen şefkati ile
Ölüm bile ayıramayacak beklide
Hiçbir insan okşayamaz saçlarımı böyle
Sakın susma ona sevdiğini söyle
Anlat tüm içinden geleni
Hissettir ona, onu ne kadar çok sevdiğini
Yarınları beklemeden
Geçmiş dünleri sorgulamadan
Anı yaşayıp bitirmeden

Fatih_han545@hotmail.com

9 Ağustos 2008 Cumartesi

ZAMAN TÜNELİNDE ZAMANI YAŞAMAYA ÇIRPINIRKEN


ZAMANIN TÜNELİNDE ZAMANI YAŞAMAYA ÇIRPINIRKEN

koşar adım yaşıyoruz hayatı bize bıraktığı sadece anıları...

anımsıyorum 5 katlı bir apartmanın 2. katında yaşanılanları

bayram paralarımla koşa koşa bakkal amcaya gidip son kuruşuna kadar cipsler,şekerlemeler ,cikletler aldığımı

amcamın getirdiği incik boncuk ve bebekleri

ablamla büyük bi hevesle takıp takıştırıp evin ortasında oynadığımız zamanları

evimizin bahçesine çamur yapmak için su taşıdığım zamanları

sobaya hep cız denildiğini ve cızın anlamını ancak sobayı elleyince anladığımı

siyah beyaz televizyonun kumanda görevini mecburen üstlendiğimi

misafirliğe gideceğimizde 2 saat tembihlendiğimizi

ablamın arkadaşlarınla oturmak için ne şaklabanlıklar yaptığımı

babamın işten dönüşlerini kışın camda, yazın sokak başında beklediğimi

annemin kazanda beyaz çamaşırları kaynatışını,sonra gelen merdaneli makinamızı

babamın karne hediyesi ilk bisikletim,ayaklarım pedallara tam uzanmazdı ama azimliydim,düşsemde binebilirdim

açık yoğurt ve leblebi tozu satılan günleri anımsıyorum

trt 1 de öğlen saatleri başlayan türk filmleri ve öncesinde evimizde yapılan hazırlıklar

çekirdek alınır,çay demlenir,soluksuz Türkan Şoray,Kadir İnanır, Fatma Girik, Ayşecik vb. izlenir ve ağlanır

baba bu ne, anne neden böyle, ablam benimle neden oynamıyo sorularının

zamanı geçtiğinde zamanın da senden bi çok şeyi aldığını anlarsın

ama artık geçtir bir önceki an artık bir anı olarak hafızalara kazınır

ablanın odasında hep gözün vardır ablan üniversiteyi kazanır okumaya gider oda senindir artık ama anlamsızlaşır

tatillerde eve dönecek olması bayramı da beraberinde getirir, hazırlıklar yapılır... AN'ın sadece birer anı olarak kaldığı gerçeği ne kadar acı olsada bu böyle yaşanılır....



bu yazının altına imzamı atmıyorum, nedenine gelince bu yazıyı yazan kalem benimkinde çok daha kuvvetli. adını bilmediğim ama içindeki fırtınaları gördüğüm güzel bayana,

( bu yazının bu kadar anlam kazanması nedeni aynı kuşagın insanlarının okuması .ve ancak onları boğazında düğümlenir bir şeyler olması )

8 Ağustos 2008 Cuma



ANLAYIŞSIZ BİR HAYAT ANLAMSIZ BİR HAYATLA EŞ DEĞERDİR

Her yaşın kendine özgü duyguları , heyecanları ve acıları vardır. Ama aklı baki bir insanın yaşı kaç olursa olsun yaşadığı eğer aşk ise bu duygu hep aynı derecede atar kalbinde , tıpkı çiğdem ve Kaan da olduğu gibi
Çiğdem henüz gençlik çağlarının ilk basamaklarında çok güzel ve yaşıtlarına göre daha olgun bir fiziksel görünümde olan bir gençtir, Kaan ise çiğdeme göre birkaç sene önce dünyaya gözlerini açmıştır. Çiğdemin yaşı 16 Kaan’ ın ise 23 , çiğdemin bu kısa 16 sene içinde bir çok ailevi sorunları olmuş özellikle anne ve babası ayrılığı hayli sıkıntılar yaratmıştır. Ama maddi açıdan sınırın üstünde bir yaşam sürdürmektedirler. Hayatındaki bu sevgi eksikliği gün be gün hissetmektedir. Yaşamını ailesinin bu durumunu sorgulayarak geçirmektedir. Kaan ise daha farklı bir yaşamda hayat mücadelesini sürdürmektedir. Bir çok akrabası yurt dışında olduğu için onunda geleceği Türkiye’den uzak bir ülkede olacağı aşikardır, ve küçük yaşta abisinin desteği ile Almanya da yaşamaya başlamıştır.
Her sene Kaan senelik iznini bir kısmını doğduğu şehirde büyük bir kısının ‘da çok sevdiği İzmir’de geçirmektedir. yine o senelik izinlerinden birinde İzmir’in kalbinde yani kordon boyunda arkadaşı ile zaman geçirirken, tüm edası ve güzelliği ile çiğdemi görürü o an kalp atışlarını hissedemez ,hiçbir şey söyleyemez , adeta dili tutulmuştur. 23 senelik yaşamında hiçbir bayana bu denli heyecan verici bir his duymamıştır. Hiçbir anlam veremeden çiğdemin kordondaki ahenkli yürüyüşünü seyreder. Bunu fark eden arkadaşı sorar- neyin var Kaan- Kaan - bilmiyorum -der çünkü bu duygunun adı yoktur içinde. Bir sonra ki gün yine aynı yerde aynı saate bekler ve yine tüm ihtişamı ile onu seyreder bu günlerce sürer . yine böyle bir günde karar alır ve ilk adım için cesaretlenir, teklifte bulunur ama beklediği karşılığı alamaz, bu Kaan’ın umudunu kırmaz çünkü bu içinde yanan ateşi çiğdeme’ de göstermek ister günler günleri onlar haftaları kovalar izin süresi kısalan Kaan halen bir sonuç elde edememiştir ,çiğdem de Kana karşı bir ateş yanmaktadır ama ailevi sorunlar yüzünden bu tür duygulara pek yer kalmamıştır,ve hayata onu anlayan dayısı rıza bey ve dayısının kızı ayla dışında pek dinleyen yoktur hayata ki tek dayanağıdır bu aile her sıkıldığında saatlerce konuşurlar ve her konuşma sonunda çiğdem kendisini bir kuş kadar hafif hissetmektedir. bir an düşünür çiğden- bu kadar sıkıntılı bir yaşamda destek alacağım birkaç kişi dışında kimse yok üstelik onun bana olan hisleri çok kuvvetli bunu hissediyorum ve bir şansı hak ediyor- der ve Kaan’ ın bitmek bilmeyen ısrarcı tavırlarına karşılık verir ama Kaan’ın ^birkaç günü kalmıştır . birkaç günü dolu ,dolu yaşarlar ve telefonlar alınır en kısa zamanda görüşmek üzere sözler verilir. Bir seneyi telefon ve Internet geçirirler. Artık ikisi’ de önüne gecikmeyen bir aşk ateşi ile yanmaktadırlar. Kaan ve ailesi için pek bir sorun yoktur. Ama diğer taraftan hayli sıkıntılı bir durum ortaya çıkmıştır. Zira çiğdemin annesi , babası ve ablası bu durumu tasvip etmiyor her fırsatta bu durumun imkansızlıklarında ve hayatında şimdilik bu duruma yer olmadığı ısrarla söylüyorlardı, bir senenin sonunda müthiş bir özlemle izin günü gelmişti Kaan’ın birkaç gün anne babasının yanında geçirdikten sonra İzmir’e koşar ve buluşurlar . koskoca bir ay vardır önlerinde her geçen günü saati saniyeyi dolu ,dolu yaşarlar onların aşkları artık ölümsüz bir sevgiye dönüşmüştür. Kaan kalan hayatını beraber geçirmek için evlenme teklifinde bulunur . hiç düşünmeden tüm olacakları ve ailesini tavırlarına aldırmadan evet cevabı gelir çiğdemden. Kaan ailesi ile bu durumu konuşmak için tekrardan adana ya döner bu zaman zarfında çiğdeme de ailesi ile konuşmasını ister. Ama Kaan’ın ailesinin gösterdiği anlayışı , çiğdemin ailesi göstermez, zaten bunu bildiğinden fazlada ısrarcı olmaz çiğdem, Kaan bu duruma çok üzülür ama yinede aşılmayacak bir engel olarak görmez bunu’ da çiğdeme anlatır çiğdemde aynı fikirdedirler ve ne pahasına olursa olsun,gelecek aynı çatı altında olacaktır. Bir araya geldiklerinde bu konuyu saatlerce tartışırlar zira Kaan’ın Almanya’da kurulu bir düzeni vardır. Ve karar verirler Almanya da yaşamlarını sürdüreceklerdir. Ama büyük bir engel daha çıkmıştır önlerine çiğdemin yaşı bu duruma olanak vermemektedir. Pasaport , vize ve oturum için bir çok prosedür ve onay gerekmektedir.Kaan’ın Almanya’daki arkadaşlarının bir çoğu kuru yük gemilerinde deniz yolu ile önce İtalya’ya sonrasında Almanya’ya geçmişlerdir. Bunu kafasından geçirir ama söyleyemez bir türlü, çünkü bu tür insan kaçakçılığı yapan insanlara güven olmadığını bilir ve insan canını hiçe sayarak bir çoğu o yolda hayatlarını kaybettiği için buna cesaret edemez , ikisi’ de sus pus olmuş bir boşluğa bakıyorlardı bir türlü bir çıkış yolu bulamıyorlardı, çiğdem’in aklına dayısı gelir birden havaya zıplar. Kaan şaşırır , çiğdemin dayısının kızı iş seyahati yüzünden sık sık yabancı ülkelere gitmektedir ve fiziksel olarak çok bez ve Kaan’a açıklama bile yapmadan telefona sarılır dayısına olanları kısa bir özet geçer ve akşama dayısı eve davet eder bunları. Akşam olunca eve giderler dayısı ve dayısının kızı bu durumun çok riskli olduğunu pek mümkün olmadığını söylerler. Ama yinede fazla bir cezası olmadığı için şanslarını denemelerini söylerler, sabah olur hazırlıklar başlar dayısının kızı evrakları hazırlar ve iş için Almanya ya vize alır konsolosluktan iki gün sonraya’ da bilet alırlar biri dayısının kızı biri Kaan için. O gün gelir. Hava alanına giderler heyecanları hat safadadır. Her an bir şey olacakmış gibi tedirginlerdir sıraya girerler pasaportları ve biletleri görevliye verirler.görevli evrakları incelerken çiğdemin yüzüne bakar bir an duraksar, çiğdemin ve Kaan’ın yüzü kızarmaya başlamışken arkadan koşar bir ayak sesi gelmektedir ve sesleri - durun ,durun ayla hanım bu evrakları müdür bey gönderdi şirket sözleşmesini unutmuşsunuz boş yere gidiyordunuz az kalsın Almanya’ ya –der –ve görevlinden bir tıkırtı sesi gelir bu ses evraklara vurulan onay kaşesidir. Evrakları alırlar uçağa doğru yönelirken , şirketten gelen adama gelince bu çiğdemim dayısı rıza beydir, olayı hiç bozuntuya vermeden tokalaşırlar ve uçağa doğru yönelirler. Rıza bey uçak kalkana kadar bekler ve uçak ufka doğru havalanır, rıza beyde bir derin nefes alarak evinin yolunu tutar. Evine gelen rıza bey bir süre dinlenir ve televizyonu açar, bir son dakika alt yazısı geçmektedir. Aldırmaz gezinmeye devam eder kanaları bir haber kanalında takılır, spikerin şu sözlerine buz kesilir- bu gün 13:30 da Almanya ya havalanan THY ait boing 325 nolu sefer sayılı uçak iniş sırasında alev alarak yere çakıldı, itfaiyecilerin yoğun çalışması sonucunda yangın söndürüldü, uçakta bulunan 124 kişiden kurtulan olmadığı sanılıyor- rıza bey dakikalarca kıpırdayamaz , ne yapacağını şaşırır ve o heyecan ve üzüntü ile kız kardeşine yani çiğdemin annesinin yanında alır soluğunu, olan biteni en ince ayrıntısı ve büyük bir vicdan azabı ile anlatır hemen ilgili makamlara müracaat etmek için evden çıkarlar, alınan bilgilerde kutulan olmadığını hatta cesetlerin tanınmaz bir halde olduğunu öğrenirler, ve otopsi sonucu gelene kadar beklemelerini de, bu haberi Kaan’ nın ailesi de öğrenir iki ailede de feryat figan kopmaktadır göz yaşları sel olur, cenazeleri almak için otopsi sonuçlarını beklerler. Bu birkaç günlük beklemede her kes üzerine düşen pişmanlığı anlatır, ev çok kalabalıktır çiğdemin arkadaşları konu komşu derken evde adım atacak yer yoktur. Hatta bazılarını tanımamaktadırlar. Bir taraftan taziyeleri kabul eden aile bir taraftan da bu pişmanlıklarını anlatıyorlardır. En çokta çiğdemin annesi ,babası ve kız kardeşi kendilerini bu durumdan sorumlu tutmaktadırlar. Annesi ve babası göz yaşları içinde ağlamaklı sözlerle şunları söylerler. Anne ; daha ilk doğduğunda ki kokusu içinde tütüyor , büyüttüm besledim giydirdim doğru olan neyse onu anlattım ama ben hep ben konuştum, hiç onu dinlemedim buda mükafatı oldu bana. Baba ; hiçbir zaman kötülüğü için bir şey yapmadım, paradan yoksun yaşamasın diye ömrümü harcadım, her karanlıklardan korudum, ama bilemedim ben sevmeyi ,sevdirmeyi , sevgi ve anlayış paradan daha değerliymiş bunu gördüm. Dön kızım ne olur dön, söz sana bir kez daha kırarsam seni beni ve anneni hiç affetme ama ne olur dön.

Bu ağıtlar ve taziyeler arasında birkaç gün geçer cenazelerin durumundan bilgi almak için konsolosluğa giderler çiğdemin annesi., babası rıza bey ve kız kardeşi, içeri girerler ve sonuçları sorarlar. Görevli evet belli oldu bu gün öğlen sonrası Türkiye ye nakledilecek naaşlar der . buda ölenleri listesi sıra numarası ile belirlenmiş ona göre naşı alacaksınız der, kendi cenazelerini almak için listeye yukarıdan aşağı doğru bakarlar ama bir türlü isimlerini göremezler . otopsi sonuçlarında ikisinin de ismi yoktur. Görevliye sorarlar oda bu listede 122 kişinin ismi var hepside burada der, ama haberlerde 124 kişi denmiştir. Hepsi bir birlerinin yüzene şaşkınlıklar bakarken konsolosluğun ağır kapısı açılır ele ,ele tutuşmuş bir çift girer içeri, bunlar çiğdem ve Kaan’dır. Çiğdem annesinin boynuna sarılı ve orada buluna babası kız kardeşi ve dayısı göz yaşları içinde canını acıtana kadar sarılırlar.
Rıza bey sorar ama ben sizi ellerinle yolcu ettim anlayamıyorum nasıl oldu bu der. Onlarda anlatmaya başlar. Biletlerimizi aldık uçak’a da binmiştik ama o vizeyi onaylayan görevli ayla ile birkaç kez konuşmuş ve çok azda olsa tanıyormuş tereddüt etmiş yinede onaylamış ama tekrardan kontrol için güvenlikten bizim isimlerimizi vermiş ve bizi indirdiler apar topar, arka tarafta bazı sorular sordular bizde olanları anlattık .uzun bir müddet kaldık orada ve orada öğrendik uçağın düştüğünü, bizde şoka girdik ,saatlerce tutulduktan sonra o hengamede bizi bıraktılar , hiç kimseye haber vermedik ve kılık değiştirerek sizin o halinizi ve o söylediklerinizi işittik , ve bizim bu beraberliğimize artık onay vereceğinizi düşündüğümüzden şimdi burada sizin yanınızdayız , rıza bey söze girdi- bak enişte Allah korudu ve büyük bir şans eseri bu çocuklar hayata şimdi Allah’ın emri ile kızını oğlumuz Kaan’a istiyoruz –der çiğdemin banası kızına sarılarak -verdim ulan verdim- der
ve nişan, düğün dereken mutlu bir hayat yaşamaya başlarlar……………….

( insanlar kendi bilinç altlarında hep bir bilge kişilik taşırlar, her bir sorunda her bir soruda ondan cevap alırlar, bu insanların kendilerini fazla yüksekte ve değerli biri olduğu kanısına buna müteakiben benciliği ve çok bilmişliği getiri ve o insanın artık kendi doğruları vardır. Kolay ,kolay kimseyi dinlemez hep içinden biri bildiği doğruların tek çıkar yol olduğu hatırlatır. Evet her insanın prensipleri ve kaideleri olmalı ama bildiğin doğrular senden başkası için yanlış bir yol ise bunun mutlak bir orta yolu olmalı bunuda insanlığınızın en büyük değerlerinden olan karşılıklı anlayış ve DİNLEMEKLE olur…)

fatih_han545@hotmail.com

7 Ağustos 2008 Perşembe


HAYAL DOSTLAR


İki metre kare beyaz örtü, bir avuç toprak ,
Son yolculuğumuzda bedenimizi saracak
Çok güvendim ,geçmez sandığım yıllara
Ben çok güvendim ,geçmişte kalanlara

Bunca sene günü bitmiş dünler yaşadım
Hiç birine yarınlar için ihanet etmedim
Her tutunduğum dal’a ,rahmet oldum, yağdım topraklarına
Elimi uzattığım ,dost sandığım nice insanlara

Ben nerede hata yaptım, yanlış bunun neresinde ?
Dostun bir tebessümüne , gömmedim mi mutluluğumu ?
Kalbi her acıdığında merhem olmadım mı ?
Bastığı her kaldırıma, taş olup ezilmedim ’mi ?

Anlayıp dinlemeden yaşanmış yılları sen silmedin’ mi ?
Mutluluğum mezarında ağlarken sen beni görmedin mi ?
Acılarını sardığımda , iyileşen yaralarını hissetmedin mi ?
Basıp geçtin taş kaldırım bendim…!Sen bunu fark etmedin mi ?

Ben böyle yaşadım , sen böyle bitirdin bu geçmişi
Ben böyle büyüttüm sana olan dostluğumu
Sen böyle küçülttün, içindeki beni
Ne kadar uzaklaşsan da silemeyeceksin bendeki seni…

Hadi şimdi git, bırak beni, sendeki dostluğunla


Fatih_han545@hotmail.com

İNSAN BAZEN KENDİNİ ARIYOR

İnsan bazen kalabalıklar içinde yalnız kalmayı da çok özlüyor.
Sessizce bir köşede.gözleri yüksekte, tüm sıkıntıları kapı önünde

İnsan çoğu kez bir tebessümü paylaşmak istiyor
Anlayan biri ile içinden geldiği gibi kimseye aldırmadan

İnsan bazen arkadaş olmak, arkadaşı olmayı çok istiyor
Paylaşmayı seviyor, elindekini veriyor prensiplerini yıkıyor

İnsan çok kez dost kelimesinin kime daha çok yakıştığını arıyor
Ona gelen acıya her şeye rağmen bedenini feda edebiliyor

İnsan bazen aşık olmayı çok istiyor
Gözlerine bakıp,elinin içinde sımsıcak bir ten,dilinde düğümlenen seni seviyorum cümlesi

Bazen insan bunları söylemeye bile korkuyor
Bazen insan bunları söyleyene kadar kısa ömrü bitiyor..


1 Ağustos 2008 Cuma

UZAKTA YÜREĞİN, UZAKTA YÜREĞİM;
NASIL Bİ SEVGİ BU BENDEKİ, ÇÖZEMEDİĞİM;
ÇÖZMEK İBAZEN ANLAMSIZCA VAKİTSİZCE BUĞULANIR GÖZLERİM.SEBEBİNİ ÇÖZEMEDİĞİM GARİP Bİ KUŞKU YERLEŞİR İÇİME.BİLEMEM GERÇEKTEN KUŞKU DA DEĞİLDİR BELKİ.SADECE FARKINA VARDIĞIM YOLCULUĞU GÖZLERİMDE BAŞLAYIP DUDAKLARIMDA BİTEN GÖZYAŞLARIM OLUR...TÜKENEN UMUTLAR YARININ GÖKKUŞAĞI OLAMAZ.GÜZELLİĞİ, ÜZERİNE SEVDALARIN NAKIŞ NAKIŞ İŞLENDİĞİ TERTEMİZ SAF YAĞMURLARDA ARA.UZAKTA YÜREĞİN, UZAKTA YÜREĞİM;NASIL Bİ SEVGİ BU BENDEKİ, ÇÖZEMEDİĞİM;ÇÖZMEK İSTEDİĞİM, DERİNLERİNDE KAYBOLDUĞUM......r

Bu güzel sözlerin sahibine sonsuz ümit dolu yarınlar diliyorum

28 Temmuz 2008 Pazartesi

İŞTE O VATAN


İŞTE O VATAN

Kanla örülmüş duvarları benim vatanımın, kolay mı yıkmak ezeli?
Üç beş çapulcu değimli, kanan susayan
Söylemek zor ! etmişler bir birimize düşman
Sen değimliydin Çanakkale de kanlar içinde omuz omuza yatan
Ne değişti ! İşte o vatan bu vatan

Şevkle, hakkın adıyla çıkmadın mı şaha
Dağları devirmedin mi ayaklarının altında
Aynı kına yok mu kara saçlarında
Adın Türk ! adın Kürt ! olsa da
Ne değişti ! işte o vatan bu vatan aslında

Sarmış çaputu başına satıyor dinini beş kuruşa
Allah yoludur diyor sıkıyor kurşunu haklıma
Aptal olma ! almadık mı bu vatanı Allah adıyla
Yürümedik mi fatihin ardından aynı Ayasofya ya
Ne değişti ! işte o vatan bu vatan aslında

Rüşvetin bini bin para,Hakkın adı en sonunda
Sor bir vicdanına rahat uyur mu yastığında
Düşün ! Ebedi bir uyku yok mu sonunda
İhanet etme sakın ne parayla nede şerefinle vatanına
Son sözleridir sana kalan .
İyi belleyesin ecdadından

Fatih_han545@hotmail.com

İŞİN ASLI


Zorlama boş yere kendini, mecbursun hayatın sürükleyeceği yere gitmeye,ama kırılmasın umudun sakın pes etme , etme ki hayatın kendisi zor olsa da ,sen kolay olma
Yaşa aşkını sevgini en uç noktada , ölüm olsa da ucunda , sakın bırakma ! görsün dünyaya bedel bedenin ,feda onun uğruna..
Eğme sakın başını bir zalimin önünde, çiğnetmem gururunu olmaz biçare heveslere,iş güçlünün yanında olmak değil bu sersemce, ol ki hakkın, halkın yanı da bilsin dünya insansın sen aslında
Sakın güvenme iki günlük dost sandığın insan’a yolda belli olur arkadaşsa ,darda belli olur dostsa
Bırakma sakın saygıyı elden,unutma sakın ! görmek istiyorsan elden ,selamsız bırakma sevenini ,için yanıyorsa aşkın şevkinden
Eş dost bilsin diye iyi olma, sor vicdanına ne ister aslında , gelmeyeceksin bu dünyaya bir daha ,etme mazluma zalimlik ,düşersin ayaklara..
Bir garip dostun kalbi bu sana, sıkı tut sakın bırakma,yazılanlar sözde kalmasın yer etsin kafanda, bildiğin her doğruyu ilim sanma..

Fatih_han545@hotmail.com

26 Temmuz 2008 Cumartesi

BASİT HAYATLARIN ANLAMLI DOSTLUKLARI


BASİT HAYATLARIN ANLAMLI DOSTLUKLARI





Uzun bir hayatın kısa dönemlerinde tanıdığımız insanlar değil midir hayatımızı yönlendiren. Daha çocuk yaşta peşinde koştuğumuz top değil midir paylaştığımız , büyürüz yaşımız gibi düşüncelerimizde değişir ama değişmeyen az şeylerden biride insanlara bakış açımız ve arkadaş dost bildiğimiz insanları tekrardan , tekrardan hayatımızı olumlu yada olumsuz yönlendirmeleri ve bizim buna müsemma göstermemiz, bu tanıdığın insanın bize karşı beslediği duygulara göre değişir, bunları görebilmek ama gerçekten görebilmek çok zordur. aradan yıllar geçe bilir, paylaşılan o kadar çok şey olur ki ! her bir zaman evresinin sonunda anlatılacak çok şey olduğu görülür, bunca yapılan iyi veya güzel sözler , hareketler düşünceler her birey için güzel bir anı veya hayatını kabusa çeviren kötü bir rüyayı da anımsata bilir. Peki biz insanların bu içinde besledikleri duyguları nasıl anlarız ve bunlara nasıl müdahale ederiz, hayatın uzun olduğundan bahsettik ( tabi bu kişinin yaşadığı hayata ve yoğunluğuna göre değişir ) basit örneklerle konuya girelim kendi kişiliğimizi sorgulayalım, hatayı karşı tarafta bulmadan kendi doğrularımızı bir yana bırakıp karşı tarafı dinlemek ilk başlangıç olmalıdır. yani dinlerken hak vermeyi özeleştiride bulunmayı denemeliyiz, çok emin olduğunuz doğrularda bile bu sözkonusu olmalı, zira atlanacak çok küçük bir ayrıntı karşı tarafın ve kendi hayatımızın karanlığa gömülmesine yol açabilir. İnsanlar tanışır arkadaş olur günlerini gecelerini paylaşır dost olur, bu iki tarafın karşı cinsine göre aşka müteakibinde ölümsüz bir sevgiye de dönüşebilir. Ama biz olaya ortasında başlayalım ve konumuz olan ARKADAŞLIK ve DOST kelimesinde yoğunlaşalım.
Ve bir kıssadan hisse ile devam edelim
-zamanın birinde iki karşı cins genç günümüz sanal alem dedikleri internetten bir oyun sitesinde tanışırlar, bu iki insan zamanla aynı oyun sitesinde arkadaşlıklarının temelini atarlar, günler geçtikçe aradaki mesafede kısalır.samimi sözlerin çokluğu ve içtenliği kovalar her bir sözün ardını ve artık mail adresleri alınır ekranda önce resimler sonrada gülen yüzler belirir. Her şey olduğunda fazla bir iyimser havada geçmektedir.bir elmanın iki yarısı gibilerdir ekrana yansıyan kelimeler çok kez aynı cümlelerin sorusu ve cevabı ile okurlar bu erkek olanın fazlasıyla haz duymasına sebep oluyordu, erkek olan bayan olana göre daha şansızdır yaşadığı hayatı kıyaslarsak bu güne kadar pek anlattıklarını anlayan ne istediğini soran, sorunu olduğunda bunu yüz ifadesinden anlayan biri ile tanışmamıştı, karşı tarafa verdiği değeri kendisi bile anlatacak kelime bulamamaktadır.
Ve aradaki güven sorunu da aşılınca telefonlar alınır, sabahları gülen bir yüz ifadesinin ardından günaydın mesajları , öğleleri ne yedin gibi sözcükler akşama doğruda kaçta gelirsin eve mesajları eklenir küçük pencereli telefonlara, (bunların hepsi karşı tarafa duyulan özlemin bir belirtileridir aslında) bu böyle aylarca devam eder çiftlerden biri diğerinin bulunduğu şehre yerleşir ama bu onun için değil üniversite.gibi bir büyük ayrıntı içindir. Sonrasında aynı şehirde olmanın heyecanı ile görüşürler,ilk görüşmeleri çok seviyeli ve aşırı derce de resmi olur, kelimeler özenle seçilir her bir ayrıntı karşı tarafın rahatlığı için sorulur.
Bunu da aşmışlardır.
Genelde internette görüşmelerinin dışında iki haftada bir yüz yüze görüşüler tüm günü en ince ayrıntısına kadar değerlendirirlerdi, bu beklide ikisi içinde aradıkları arkadaşlık ve dostluktu, sizde taktir edersiniz ki günümüz Türkiyesin de böyle bir arkadaşlığa toplumun bakış acısı çok daha acımasız oluyor. ama bu iki bireyin düşündükleri en son ayrıntıydı, zira bayan olanın yaşadığı duygusal ilişkileri aşkları arkadaşlığı konuşuyorlar bu konu hakkında yorum yapıyorlar, ve daha yaşanır bir ilişki için bir birlerine yardım ediyorlardı, bu şunu gösteriyor ki bu gerçekten dostluktu, ama bu iyimser hava beklenmedik bir gelişme ile bozulur.
Bayan olan erkek olanın birkaç sözünden kuşkulanır ve bunu doğrulamak için kendince bir senaryo yazar ve uygulamaya başlar, yine görüştükleri bir gece bayan olan şöyle bir soru sorar
-(bayan)sen beni üç kelime ile anlatacak olsan bu üç kelime ne olurdu ?
(erkek aradaki gecen senelere ve dostluğunun samimiyetine dayanarak cevaplar )
- (erkek) bunu üç kelimeyle anlatamam seni anlatacak tek kelime var hayalimdeki insansın. Der
bayan biraz daha kuşkulanır ve soruyu genişletir
- (bayan) hayalimde derken açıklarımsın ?
- (erkek)bu güne kadar beni anlayan nadir insanlardan birisin hatta beni anlayan ilk bayansın kalbin çok temiz vede çok güzelsin, der
- (bayan) sen beni hayalinde nasıl bir bakış acısı ve ne gibi bir faklı şeklilerde düşünüyorsun ama dürüst ol ? der
- erkek burada bir anlık gaflete ve erkeklik duygularına yenik düşer ve o hatayı bir dost ta söylenmemesi gereken sözleri sarf eder
- (erkek) seni çok güzelsin vede alımlı bazen seni hayal ederken kendime daha yakın hissediyorum. Der
- bayan olan yazdığı senaryonun işe yaradığını ve dostu sandığı kişinin gerçek düşüncelerini ortaya çıkardığını düşünür. Ve yazmaya başlar tüm yaşanmış bitmiş bir arkadaşlığı ve dostluğu sorgular erkek yaptığı hatanın farkına varsa da iş işten geçmiştir artık dönüşü olmayan bir yola girmişlerdir bayan olan saatlerce yazar erkek olan bir kelime bile yazamaz hatalı olduğunu bilir ama bunun masum bir sözden ötesi olmadığını anlatmak ister bir türlü anlatamaz bilir ki işe yaramayacaktır. Çünkü söylenmemesi gereken bir söz söylemiştir, biraz durulunca ekrandaki yazılar ikisi de ayrılık sözleri için bir birlerine teşekürle başlayan elveda sözcükleri söylerler . ve dost kelimesinin anlamını taşıyamadıkları için bu arkadaşlıkları biter..

-

şimdi bu basit kıssadan hisseden biraz bahsedelim. Hatalı olan erkek bunu görebiliyoruz gayet açık ve belirgin. Ama şu acıdan da bakalım olaya insanız hata yapmak doğamızda var bu mutlaka sehpanın üzerinde duran vazoyu devirmek değil bu bir söz bir kelime istenmeden söylenen sözlerde olabilir taktir edersiniz ki erkek böyle olmasını istemiş mi ? hayır böyle bir olay o ana kadar aklının ucuna bile gelmemiştir. Evet oda farkında hatanın ama karşısındaki insana duyduğu saygı ve sevgi o kadar büyük ki açıklama yapmasına ve sözleri düzetmesine bile engel olmuştur.
Erkek olan bu güne kadar kendisini anlayan ağladığında ağlayan güldüğünde kahkahalar atan en duygusal anlarda yanında bulunan birinin kaybetmenin üzüntüsü ile yaşamaya başlamıştır. Ama bu kendi durumundan çok o insanın gözünde ve kalbindeki yerinin tamamen silinmesine yanlış bir arkadaş olduğunu düşünmesine daha çok üzülmektedir zira kendisi öyle biri değildir.

İnsanları tanımak zordur. Tanıdığın insanları aslında tanımadığını görmek üzücü ve yıkıcıdır. Ama hataları affetmek ,yaşananları değerli kılmak,insan olduğumuzu hatırlamak bir erdemliktir.
Dost kelimesi ağır bir yüktür kimi zaman sallana bilir ama yıkılmaz, bunu yıkan gurur ve yanılgıdır. Siz eğer dost dediğiniz insanı affedile bilir bir hata yaptığını düşünüyorsanız bunu ona uygun bir dille yansıtın eğer sizin dostunuzsa bu insan ,hatayı görecek ve özür dileyecektir. Ve kaldığınız yerden devam edersiniz. Dostluğunuza



fatih_han545@hotmail.com

BEN SENİ NASIL ANLATSAM BİLEMİYORUM


BEN SENİ NASIL ANLATSAM BİLEMİYORUM ?

Ben seni nasıl anlatsam bilemiyorum ? hani en sıcak yaz gününde çıplak ayakla kumsalda seke , seke denize koşar ya serin denize işte ben seni öyle istiyorum

Ben seni nasıl anlatsam bilemiyorum ? hani çok sıkılırsın her şeyden soyutlanırsın düşündüğün tek şek uzaklaşmak olur ya ve çıkarsın gidebildin en yüksek tepeye açarsın kollarını esen rüzgar saçlarının arasında ve bedeninde okşarcasına dolaşır ve sen sesinin çıktığı kadar haykırısın işte aşkın içimde bu kadar derinde çıkmak istercesine

Ben seni nasıl anlatsam bilemiyorum ? hani insan bazen mutlu pembe düşler kurar ya içinde tüm sevdiklerini yanı başında aşık olduğu insanı kalbinde yüzlerin hep güldüğü acıların olmadığı bir düş kurar ya işte o düşlerdeki kalbin sahibisin sen

Ben seni nasıl anlatsam bilemiyorum ? hani insan yastığa kafasını koyar uyumak için gözlerini kapatır, işte o an gözlerinin önüne gülümseyen bir resim oluşur , işte o an karanlıkta kimsenin bilmediği kendinden bile gizlediğin tebessümün yastığa gömersin , işte ben her gece ,yüzüm sessizce yastığa gömüyorum..

Hiç fark ettin mi bilemiyorum, hep seni anlatan soru ile başladım ama hiç birinde sen yoktun, hepsinde seni seven ben,bırakıp gitmeseydin bu sözleri duyması gereken sen… ben seni hiç sevmiyorum, ben sana olan aşkımı seviyorum…

Fatih_han545@hotmail.com

22 Temmuz 2008 Salı


Bir umudun peşinde koştuk beklide biz çöllerde
Kim bilir gözlerimiz kapalıydı, ellerimiz kelepçelerde

Bir hayal …! bir serap olduğunu bilirdim
Ama yinede delice gözlerine bakmak isterdim

Buz tutmuş aşklar , sevgiler arasında
Bir sıcak dostluk eli bu senden bana

Özür dilemek isterdim şu an olsan yanımda
Ama yoksun…..ama yoksun....!

20 Temmuz 2008 Pazar

Uzun zaman önce benim bir dostum vardı adı gibi kendiside çok özeldi. Her bir günü anlatarak yaşayabileceğim eşsiz insanlardan biriydi ,her bir günü senelere böldük ,ağladık, güldük ,eğlendik , koştuk ,düştük yaralandık ama biz hiç küsmedik, şimdi konuşmuyoruz onunla ama yinede kırgınlık yok, hayatın çizdiği senaryoyu oynuyoruz
Bilemiyorum beklide ben böyle düşünüyorum beklide unutulduk beklide hafızasında yer aldığım kadar kalbinde yer almamışımdır, zira insanlar unutabilir düşünceleri olayları arkadaşları ama insanlar unutamaz dost bildiklerini,
Ortada kocaman bir hata vardı sön sözlerini söylerken
Farkında olmadan söylenmiş birkaç söz birkaç düşünce bizi bu hale getirdi aslında hiçbir sucuda yoktu ,
İçime sindiremediğim aklımın almadığı bir türlü yediremediğim ve şu an bunları yazmamın nedenine gelince, hani ortada duran koskoca bir sorun vardı ya o sorunu kendisi daha önceleri de yaşamış olması ve geçmişte yaşadığı o sorunu şimdi özlemesi, bunu sindiremiyorum içime bunca sene paylaşılan dostluk adına hiçbir şey bırakmamışım ya kalbinde buna üzülüyorum başkaları için yapılan fedakarlık bunca seneye rağmen sen göremiyorsan, insan ister istemez ikinci planda kalmanın ezikliği ve tanıdığı kişiliğin yanılgıları ile yüzleşiyor , dostluk adına gerekçeler ne olursa olsun eğer sen kendinsen tek olmalısın farklı karakterlerde farklı kişilikler beslemelisin……….

Seni iki kişi ile tanıştıracağım . bu vefa buda vicdan
Umarım iyi vakit geçirisiniz

19 Temmuz 2008 Cumartesi

YOKLUĞUN VE AŞKIN


YOKLUĞUN VE AŞKIN


Çok şey feda edebilirdim aşkı uğruna
Tüm pişmanlıklar senle yaşansa da
Her bir göz seni bana esir etse de
Bir kez daha ...! Bir kez daha....! Doğsam da
Ben yine sana esir, ben yine sana aşık olacağım

Tüm dünyama karanlıklar çökse de
Tüm insanlar bana sırt çevirse de
Dost bildiklerim uçuma itse de
Son kez daha ..! Son bir kez daha.! Görse de
Ben yine seni ister, ben yine seni özlerim

Tüm kurumuş çiçekler seni bana hatırlatsa da
Gördüğüm tüm renkler siyah olsa da
Yastığımda başka hayatlar uysa da
Son kez daha…! Bir kez daha …! Yaşasam da
Ben yine senin sevginin, ben yine senin olacağım

Yaşanan hayatım yokluğunla mazi olabilir
Sen belki de başka hayatlara eşlik edebilir
Gördüğüm rüya beklide gerçek olabilir
Ama bir kez daha…! Son bir kez daha..! sevebilirsin
Ben yine seni burada, ben yine sevgine hayata…

Aşkın ve sevgin kalbimde bir köşede bekliyor olacağım……..!

Fatih_han545@hotmail.com

13 Temmuz 2008 Pazar

DÖRT MEVSİMLİK HAYATLAR



DÖRT MEVSİMLİK HAYATLAR

Ocaklar geldi yeni yılla, hep sevinç dolu..!! giden yılın yaşlanan hayatın artan anılara aldırmadan, geçmişi yaşananları sorgulamadan.. yaşlandığımızı hatırlamadan , bir soğuk aydı..

Sonra şubat dayandı kapıya , özlenen anılar gibi sıcak ,imkansız kavuşmalar gibi soğuk, bir umut taşıyordu rengi donuk

Kısaydı şubat peşinden koşarak geldi mart, bir çimen yeşili bir çiçek görüntüsü , azdı ama sevinçlerin habercisiydi ,yemyeşil bir umut gibi..

Yeşeren ümitler suladı bir sabah nisanın gelişi , tekrar , tekrar güçlendi gövdesinden inen nisan yağmurları ile birlikte bir başka hazırdı sanki mayısa…

Martta hissedilen nisanda yeşeren mayısta ortaya çıkan umutlardı bunlar rengarenk ; adı çiçek , adı yeşil kısacası beklenen baharın adıydı.. artık hazırdı hayat gülümsemeye, gelmişti bile haziran

Pencerendeki kuşlarla karşılarsın yazı henüz sararmamış yapraklar kollarını açarsın yeniden doğmuş gibi merhaba dersin hazirana ve hayata..ve tanışırsın yeni arkadaşlarla..

Temmuzda aşık olursun haziranda tanıştığın deniz gözlü arkadaşına bir kalp çarpıntısı alır sahildeki yürüyüşü , hiç düşünmezsin ne geçmişteki haziranı ne gelecekteki ağustosu..

Ağustosun sıcağı yakar yeşil yaprakları deniz gözlü aşkını , artık her günün sonu sarıdır ayrılık rüzgarlarının önünde gelir kavgalar tartışmalar. Hep bir haziran umudu taşırsın içinde ama artık eylülle kopmuştur sarı yapraklar.

Artık veda vakti gelmiştir tutulan elin bir anı olması hiç içten bile değildir, tüm yaşananlar tekrardan gözden geçirilir ama gerçekler ve hayat eylülde kendisini bir başka hissettirir.

Ekimde elveda sözcüğünü duyarsın temmuzdaki yeşil merhaba yerini bırakır masum bir ayrılığa, titremeye başlarsın nisan yağmurları değildir artık teninde hissettiğin, üşütür elveda kelimesi…

Artık kar yağmıştır tüm yeşerip solan yapraklarının üzerine tıpkı yaşadıklarının üstüne yağar gibi bir kasım sabahı, kendini yalnız ve çaresiz hissettiğin bir aydır…

Ve bir seneyi tamamlarsın aralıkta hep bir umutla beklersin yeni yılın sabahını , düşünüp aynaya baktığın bir aydır aralık, gidenleri unuttuğun ve unutulduğun bir soğuk aydır ……….


Fatih_han545@hotmail.com

8 Temmuz 2008 Salı

BEN İMKANSIZI SEVDİM


Meğer nede çok yaşamadıklarım varmış
Son kelimen ne kadarda anlamlıymış
Kendine lanet ettiğin o gün varya
Sonum oldu benim aslında
Hani imkansızı sever ya insan
Ben aslında seni değil imkansızı sevmişim
Düşününce gittiğin o günü
Evlada derken son sözünü
Nede çok acıtmış meğer içimi
Şimdi bir hüzün var içimde yapayalnız
Tüm yaşamım inan sensiz anlamsız
Dururken siman karşımda
Ben nasıl olurda seviyorum derim bir başkasına
İnan unutmak kolay olsa
Bir an bile düşünmeden silerdim ilk yokluğunda
Aşk değil bu ölümüne SEVGİ bu aslında

Fatih_han545@hotmail.com

6 Temmuz 2008 Pazar

HAYATIN ANLAMI


Hayat yaşadıklarım mı? Yaşattıklarım mı?
Evet HAYAT; bütünlemesi ve telafisi olmayan bir imtihandır. Aşılması zor engebeli bir yoldur. Artıların ve eksilerin bir toplamıdır. Bizi nereye götürdüğünü bilmediğimiz bir uçurum kenarıdır; ya kenarında tutunacağımız bir dal buluruz, ya da bulamayız.
Mücadeledir, fedakarlıktır, karşılık beklememektir, karanlık veya
aydınlık olup olmadığını bilmediğimiz bir yoldur. Sevmektir, > " fitpath="t" trim="t"> Yüreğimizdeki mevsimlerdir. Bu mevsimlerin zor yanlarını kabullenebilmek, onlarla yaşamayı öğrenmek sanırım en zor kısmı… Yazın, soğuktan titremek; kışın, sıcaktan kavrulmak gibi tuhaf bir şey hayat. Değer vermektir. Verilen değeri taşıyabilmektir. Uçsuz bucaksız bir deniz gibidir. Ne zaman dalgalanıp, ne zaman sakinleşeceğini bilmediğimiz bir deniz… Hayat! Bir yapbozdur aslında… Dünün pişmanlıklarını yaşadığımız, yarının hayallerini kurduğumuz bir hikayedir.
Hayat bir OYUNDUR. Rollerin paylaştırıldığı, herkesin üzerine düşen rolü oynadığı kocaman bir oyun… Kimine kolay roller düşmüş, kimine belki de oynayamayacağı kadar zor roller…
Acısı ve tatlısı, hüznü ve mutluluğu, kolayı ve zoru, başarısı veya başarısızlığı, umudu ve umutsuzluğu kısacası olumlu ya da olumsuzluğu ile hayat yine de güzel. Hayat benim için buydu işte! Biraz yalan, biraz gerçek ama öyle ya da böyle geçecek…
HAYAT güvenmektir, mutluluktur, şefkattir. Arkadaşlarına destek olmak, nefretin yerine sevgiyi koymaktır. Dostluktur. Önemsenmek, önemsemeyi öğrenmektir. Sağlıktır. Ailedir. Bütün bunlar, ( dostluk, değerler, sağlık, aile) hassastır. Bunları bir cama benzetebiliriz. Hasar gördükleri zaman asla eskisi gibi olamazlar. Bunun içindir ki; hayatta önem ve önceliklerimizi iyi sıralamalıyız.

Bu kısa deneme bana yazma cesaretini veren FATİH BEYE teşekkürler.
(Bu kısa ama anlamı büyük yazı için NURAY hanıma teşekürleri bir borç bilirim.)

4 Temmuz 2008 Cuma

İZMİRE SEVGİLERLE




^^İzmirli olmak ayrıcalıkmı^^ ?

Yosun kokan sahilini gün batımında seyretmek,Bir bank bulup kollarını açıp denizi izlemek,Sonrada kenardan o halini seyretmek,Saat kulesinde boy, boy resim çektirmek,Palmiyelerin arasında çocuk gibi koşmak,Çimenlerde el ele sevgilini peşine düşmek,Sonrada o yaşta bir çocuk edası ile bekçiden kaçmak,Sabah erken kalkıp sahil kenarında bir kahvede balıkçıları seyretmek,çayını yudumlarken içine dolan eğenin kokusunu parmak uçlarına kadar hissetmek .öğlen olunca soluğu bir balıkçı lokantasında almak, içine sine ,sine sahile vuran dalgaların çıkardığı ses eşliğinde yemek ,yemek , akşama doğru kordon boyunda bir kafe’de çay elinde, süzüle , süzüle tüm cilvesi ve nazı ile topuk seslerini dinleyip dünyanın güzelliklerini seyretmek , ne kadarda güzel İzmirli olmak bir o kadar acı bunların bir hayal ürünü olduğunu bilmek ve bir başka şehirde yaşamak ve ne kadar güzel Nuray hanımın böyle bir şehirde yaşadığını bilmek

Ve bunları ondan dinlemek, anlatmasa bile gözlerinde okumak.

Ve de şunu bilmek ‘İzmirli olmak bir ayrıcalıktır’

Fatihten arkadaşı Nuray hanıma
Fatih_han545@hotmail.com

3 Temmuz 2008 Perşembe

YÜRÜMEYEN DOSTLUKLARA ARMAGANIMDIR


KARMAŞIK DUYGULAR


Uzun zaman önce iki dost varmış
Bir birlerine ölesiye taparlarmış
Biri Mehmet biri birinin adı demetmiş


Yalnızlık nedir bilmezler, görüşmedikleri günü günden saymazlarmış, sevici , üzüntüyü,hasreti,özlemeyi de bir birlerinin kalplerinde bulurlarmış, ilk kim uyanırsa telefona sarılır uykulu gözlerle bir gülücük ve bir ‘’günaydın can dostum‘’ yazarmış telefonuna,sonrada bir güvercine bağlarcasına yollarmış dostunun kalbine,çok geçmeden alırmış cevabını ‘’günaydın can dostum on dakika sonra aynı yerde’’ diye, bu senelerce sürmüş gün olmuş olgunlaşmışlar ve seneler geçtikce düşüncelerde özlemlerde hasretlerde ve beklentilerde değişmiş , Mehmet’in içindeki ateş daha bir kor olmuştu ama içinde yanan ateş demetin dostluk engeline takılıyormuş.Demet,Mehmet için aynı duyguları paylaşmıyor hatta yeni arkadaşlar sevgililerden bahsediyordu, Mehmet bunları dinledikçe içten içe yanıyor ama bir türlü söyleyemiyormuş, demetin her bir erkek arkadaşı ile tanışır, tanıştığı günün her akşamında ağlamış, demet her ayrılmasında Mehmet‘te alıyordu soluğu, dizine kafasını koyup ağlıyordu saatlerce o ağladıkça Mehmet ağlıyor ikisi de yan yana yanayana..!! saatler geçiriyorlardı.demet anlatıkca Mehmet’in her bir kelimede bir parçası gidiyordu onun o haline dayanamıyor parmakları saçlarının arasında yavaşça süzüyordu. Demet o gün Mehmet’e beklemediği bir soru sordu – Mehmet bunca sene dostuz ama senin hayatına giren hiçbir kız görmedim ? der Mehmet ne diyeceğini bilemez ve o an biri olduğunu ama henüz duygularının tam anlamı ile netleşmediğini söyler, demet tanışmak istediğini söyler. Mehmet mahcup bir şekilde olur der. Ve demetin tanımadığı bir kız arkadaşından yardım ister ve demetle tanıştırır sonrası günlerde demetin o kızı sormasında ayrıldığını söyler Mehmet
Artık seneler gençlik çağını dünde bırakmış ikisi de iş güç sahibi olmuşlardır. Demet uzun dönemli bir erkek arkadaşı vardır ve onun evlenme teklifine biraz zaman isteyerek red eder ve bunu Mehmet’e anlatır. Demet o kişiyi anlatırken gözlerine bakan Mehmet hiç görmediği bir ışık görüyordu sanırım bu içinde yanan ateşin rengiydi aynı ateş kendisinde’ de yanıyordu ama bir kendi biliyordu ve kabul etmesini söyler Mehmet, birkaç ay geçmeden düğünleri olur Mehmet düğüne gitmez sudan sebepler sıralar,ve düşünür nasıl olurda hiç söyleyemediği aşkının rüzgara kapılmasını seyredemem her halde...
Yine aylar bir birini kovaladı demet evli olduğu için görüşmeleri telefonda birkaç kelime ile sınırlı kalıyor ilerlemiyordu artık.demetin bu günlerde Mehmet’e çok ihtiyacı vardı yolunda gitmeyen bazı şeyler vardı. Her bir telefon konuşması Mehmet’in kısa kesmesi ile kelimeler demetin diline diziliyordu. Evliliği bitmek üzere olan demet Mehmet’in bu anlamsız tavrına dayanamaz ve evine gider, kapı aralıklıdır zile basar Mehmet’ten ses yoktur markete gittiğini düşünür ve bir sandalyede onu beklemeye başlar, göz ucu ile evi süzer ev dağınık berbat bir şekildedir. Gözü masanın üzerindeki eski ajandaya takılır bir gözü kapıda yavaşça ajandaya uzanır ilk sayfasını açtığında eski bir resim görürü resimde Mehmet ve kendi resmini yan yana görürü kendi resmi üzerinde kırmızı bir kalemle bir kalp çizilidir. Bir anlam veremez ikinci sayfasını acar yukarıda bir tarih vardır 10 sene geçmiştir o tarihten sonra o tarihe de bir anlam veremez birkaç satır okuyunca tanıştıkları tarih olduğunu hatırlar.sayfalar ilerledikçe Mehmet’in iç dünyasında bir yolculuğa çıktığını sanar ve her sayfada Mehmet’in kendisine olan aşkını kelime ,kelime okur her günü not almıştır Mehmet demetin unuttuğu tüm güzel anılar ve göz yaşları bir ,bir karşısına çıkar sayfanın sonuna doğru bir not yazmaktadır notta şunları okur göz ucu ile ;
( Mehmet’in sözleri ;) bu gün can dostum aşık olmuş o an her kelimesinde bir kez daha öldüm, her bir cümlede bir kez daha kendimden nefret ettim,
-bu gün ayrılmış o sevdiğinden bir dostu olarak o kadar çok üzülüyorum ki o haline ama bir yandan kalbim kıpır ,kıpır şimdi saçlarının arasında parmaklarım gezerken ne kadar çok isterdim sevi seviyorum demeyi
-bu gün olmadık bir soru sordu bana kız arkadaşın var mı? dedi ben şimdi kalbimi sarıp sarmalayan aşkın varken nasıl başka biri olur demeyi o kadar çok istedim ki, neyse ki aklıma lise arkadaşım bahar geldi sağ olsun kırmadı beni birkaç gün idare etti,
-bu gün evleniyorsun o mutlu gününe gelmeyeceğim evde tek başıma şişelere anlatacağım aşkımı o hayalimi süsleyen kar beyazı gelinlikle seni gördüğüm an kendimi tutamam ve en sevinçli gününü kötü bir anı olarak hatırlamanı istemiyorum,umarım mutlu olursun kendin gibi güzel kızların kalbi sen gibi tertemiz çocukların olur. Hani derdin eğer evlenirde çocuğum olursa ismini Mehmet koyacağım derdin sende kızın olursa demet koyarsın artık demiştim, yok , yok bu gün çıkmayacağım evden senin mutluluğun benim aşkımın çok daha önemli
demet son sayfalara gelmişti bir türlü içindeki öfkeyi yenemiyordu ve gözlerinden akan yaşlar adeta sayfalardaki senelere akıyordu, kendi kendine konuşmaya başladı
-ben nasıl olurda bunu göremedim sen nasıl olurda bunca sene gizledin bu sevgini
son bir yaprak vardı onunda çevirdi demet son satırları şöyleydi Mehmet’in
-bu gün hava çok kötü yine her zamanki gibi her gün buluştuğumuz yere gidiyorum beklide dönmeyeceğim bu bana hediye ettiği kazağı giymek istiyorum.
Bunları okuyan demet hızlıca evden çıkar çantasını bile almak aklına gelmez ve her zaman buluştukları yere gider orada bulamaz biraz ileride yol ortasında bir kalabalık görür ne olduğunu anlamak için kalabalığa yanaşır ve yerde kanlar içinde yatan biri vardır yaklaştıkça içine bir korku düşer ve yerde yatan kişinin üzerinde Mehmet’e aldığı kazağı görür o an tüm dünya tersine dönmüştür.artık hayata tutunacak dalı kalmadığını inanır ve karşıdan gelen kamyondan başka hiçbir şey gelmez ve birkaç saniye sonra çok ağır bir fren sesi ve çığlık sesi gelir. Kalabalık o yöne doğru koşmaya başlar ama iş işten geçmiştir demetin hayatı 10 dakika önce ölmüştü şimdide ruhunu kaybetmişti kalabalık arasında biri yere yığıldı o kişi Mehmet’ti aslında Mehmet ölmemişti karşıda ölen kişinin üzerine örtecek bir şey bulunamayınca Mehmet kazağını örtmüştü demet kalabalıkta onu fark edememişti, Mehmet gözlerini hastanede açmış ve uzun bir tranva geçirmişti tüm olaylar bitmiş demeti son yolculuğuna uğurlamışlardı,evine dönen Mehmet masanın üzerinde bulunan ajandanın sandalyede olduğunu fark eder sandalyenin kenarında da demetin çantasını görür. O birkaç saniyede her şeyi aklından çizer ve neden demetin orada olduğunu neden boş bir yolda kamyonun altında kaldığını anlar bunların tümünün kendi aşkı yüzünde olduğunu düşünür ve doktorun verdi yüksek dozajdaki ilaçları alır bir bardakta su hiç tereddütsüz tum kutuyu yuttar ve oda sevdiğinin yanına gömülmesini istediği bir not bıraktı ilk kez kendinden başka kimsenin bilmesini istediği birde söz yazar ve bu hayatı botunca söyleyemediği söz son sözleri olur ‘ ben seni çok seviyorum can aşkım’

Bu hikaye adı meçhul birine dostluğu için teşekkürlerimi sunmak için yazılmıştır. B.gökçenin Yenik Serçesini de kendilerine armağan ediyorum
Fatih_han545@hotmail.com