upload music to get code

22 Eylül 2008 Pazartesi

ZORMU BU KADAR İNSAN OLMAK



Mutlu bir pencerenin çerçevesinden bakmak hayata, daha ilk yaşlarda yaşanan hayatın güzelliklerini ve çirkin yüzünü görmek vede böyle bir ruh hali ile tüm gelecek senelere yaymak bunu ,ne kadarda zor şimdi bozuk bir toplu içinde temiz kalmak ve yolunu bulmak, birinin yardımına elini uzatmak ne kadar güzel arkadaşının en kötü gününde yanında olmak bir çocuğun yüzüne gülümsemek ve sevgi ile saçlarını karıştırmak ,bunlar unuttuğumuz duygular değil ama unutulmaya yüz tutmuş hislerimiz..
Gözlerimi kapattım anlatılan birkaç kelimeyi beyaz ekranıma utançla ve sıkıla ,sıkıla yazıyorum

Hayata gözlerini açan her insanın mutlaka bir ailesi bir bedeni ve en önemlisi içinde umutları sevinci üzüntüyü büyüttüğü bir ruh hali vardır .bu yazıyı yazanı da, okuyanında olduğu gibi, tabi ELİF’ inde

Hayata gözlerini açtığında tertemiz ruhunu hayat denen zaman akışına bıraktığında anne ve babasının gözlerinde ki mutluluk anlatılmaya değer bir sevinçle doluydu elif ailenin ikinci kızıydı , doğduğunda ondan üç yaş büyük bir ablası vardı. Üç kişilik çekirdek aileye artık yeni bir umut ve yeni bir mutluluk gelmişti adını elif koydular , özel bir hastanenin lüks odasında değil devlet hastanesinin kısıtlı imkanlarında doğmuştu ama bir bez parçasına sarılı minik bedeni annesinin kollarında o kadar masum ve temiz duruyordu ki annesinin tebessümle dolu mutluluk göz yaşları ile ıslanıyordu. Hayatın kimseye eşit davranmadığı sık kullandığımız bir cümle ama sanırım bu elif için söylenmiş olsa gerek. Elif böyle açtı gözlerini umut dolu dünyasına
Aile doğuya yakın iç Anadolu bölgesinde hayli gelişmemiş bir şehirde yoksulluk ile her gün savaş içinde her gün yıkık bir siperde hayata direnen bir aile, yokluğun olmamanın açlığın ne demek olduğunu bilen ve her demini her bir saç telinde hisseden bir hayat ve aile , dedim ya savaş içinde hiçbir zaman bitmeyen bir yoksulluk savaşı ama hiçbir zamanda yenilmedikleri bir savaş, her günün sabahında babanın yeni umutlarla evden çıkışını seyreden 3 çift göz, tüm tutunan dallar kurusa da her ilk baharda tekrardan kar yağsa da , her umut akşam olmadan mum ışığında sönse de, yine gözlerinde umut yine kalplerinde yaşama sevinci olan bir aile. Zaman gelir seneler su misali akar elif 6 yaşına gelir. Aile daha iyi bir hayat şartları için yeni bir mahalleye ve yeni bir eve taşınırlar. Ev üç katlı ve görünümü viranen ve döküktür. 3. katı kullanıla bilir durumdadır evin ilk katı ardiye ve çamaşır hane olarak kullanırlar ,ikinci katını misafir odası olarak düzenlerler. İkinci katın zaten kullanılacak bir tek odası vardır. Evin bahçesi incir ağaçları ile bir gelin gibi süslü, kocaman bahçe duvarları olan ,köşesinde eski damlayan bir çeşmesi bulunan kocaman bir bahçe. Aile ilk taşındığı hafta evi toparlamak için hayli emek sarf ettiler ama oturdukları eski evden çok daha iyi bir evdi . üstelik babanın iş yerinede yakındı. Baba bir camcıda işçi olarak çalışıyordur. İş ağır ve yorucu olmasına rağmen baba ailesini elinde işlediği bir cam gibi görüyor daha iyi bir şekil vermek ve kırmamak için büyük bir çaba gösteriyordu. Aslında ailenin yoksulluk ve geçim sıkıntısından başka hiçbir sorunda yoktu zaten ailede hallerine şükrediyor, bu durumda bile yaşanır bir hayat için elinden geleni yapıyor vede mutlu olabiliyorlardı. Zaman ilerledikçe aile mahalleye ve komşulara alışmaya başlar anne ; mahallede çok zarif iyi niyetli ve elinden geldiği kadar komşularına yardım eden biri olarak tanındı, zaten öylede biriydi kalbi çok yumuşak ve şükürle dolu bir anne , elif ve ablası için bu alışma evresi hayli zor geçiyordu arkadaş bulmaları kaynaşmaları zaman alıyordu, hep aynı oyun arkadaşları ile oynuyorlardı “ elif, ablası ve sobanın kenarında unutulup ovalleşen yumurta biçimini almış bir plastik topları” sokakta bu topu gören diğer çocuklar bu durumla alay ediyorlardı ama zamanla bu top sayesinde arkadaş edinirler.
Kış gelmiş sobalar kurulmuş, el yakan kestane ve salep zamanı gelmişti baba işten dönerken mutlaka elinde akşamlarını neşelendirecek bir şeyler ile gelirdi , elifin hiç unutmadığı kestanelerin soba üstünde kokusunu ve o el yakan salebin tadı bunları çok seviyordu, aslında bunları elife sevdiren annesi , babası ve ablası ile yapmaktı.
Doğu kültüründe yetişmiş bir çekirdek aile olduklarından eve gelen misafir el üstünde tutulurdu, rahat etmesi için kendi rahatlıklarından ödün verilirdi ,köyden şehre göçmüş bir aile olduklarından evlerinde pek misafir eksik olmazdı şehre işi düşen, köyde yaşayan her insanın uğrak yeri olmuştu evleri bunda şikayetleri yoktu aksine büyük bir haz duyuyorlardı , köyden gelen bu misafirler mutlaka birkaç kuşaktan akrabalık derecesi oluyordu. Evin ikinci katında bir soba ,ve iki çekyatlı bir oda yapmışlardı , orada ağırlıyorlardı gelenleri üstelik gelenler günü birlik değil, geldiklerinde bazen günlerce haftalarca kalıyorlardı. Eve taşındıkları senenin kış ayında yine köyden gelen ve uzaktan akraba olan 18/19 yaşlarında bir delikanlı misafir olur. Hoş geldin merasiminden sonra köydekilerin hatırları sorulur selamlar alınır, delikanlı iş bulma umudu ile gelmiştir şehre kalacak yeri olmadığı için bu ailenin adresini vermişlerdir. Genç her gün iş bulma umudu ile evden çıkıyor akşama baba ile eve dönüyordu ama her gün bitiminde yine eli boş bir şekilde aynı sofrada yemek yiyorlardı. Aile bu duruma üzülüyor ama belli etmiyorlardı anne ve baba onu da bir çocukları gibi görüyor elif ve ablası içinde hiç olmayan ağabeyleri gibi görüyordu, yine böyle bir günde genç eve erkenden geldi orta kata çıktı sobayı yaktı ve uzandı , anne o günlerde rahatsızdı ev işlerinden sonra her fırsatta yatıyor dinleniyordu. Elif ve ablası büyük bahçede ve sokakta oynuyorlardı. Sıkılan çocuklar gencin odasına gelirler, genç bunları odaya alır, oda sobanın verdiği sıcaklıkla üşüyen ellere ve kızaran burunlara ilaç gibi gelir, genç yatağa uzanır elif ve ablası diğer çekyatta oturmaktadırlar. Elif’in ablası odanın sıcaklığı ile çekyatta gözleri kapanır. Elif o gençle konuşmaya devam eder ve genç onu yanına çağırır. Bildiği massallar olduğunu söyler. bunu duyan elif koşa, koşa gencin yanına gider, genç anlatmaya başlar ve kısa bir süre sonra elif’te gözlerini kapatır. Yorgun bedenleri sıcak odaya yenik düşmüş ve de iki kız kardeşte uyumuşlardı. Aradan yarım saat bile geçmeden tüm binada elif’in çığlıkları duyulur, sanki tüm duvarlar sesle birlikte genişliyor. Çığlık tüm binayı sarmıştı. Anne gözlerini açar ve elifin feryatlarını duyar. Ne olduğuna anlam veremeden hızla yatağından fırlar aklına ilk gelen düşüp bir yerini kırmış olmasıdır. Merdivenleri gözü görmez düz bir yoldaymış gibi büyük adımlar atar elif’in sesi ikinci kattan misafir odasından gelmektedir. Odanın kapısına geldiğinde, misafir olan gençle bir anda kapı önünde göz göze gelirler, genç eli ile anneyi kenara ittikler ve büyük bir hızla kaçar anne ne olduğunu anlayamaz ve odaya girer. Elifin ablası çekyatın bir köşesinde elleri ile kafasını tutmuş nefes alamıyor, ağlayamıyordu. Anne elifi aradı gözleri ile elif diğer çekyatta baygın bir şekilde duruyordu , koşarak elifi kucağına aldı, ve aldığında neler olduğunu anladı, o kapılarını açtıkları ekmeklerini paylaştıkları, tanrı misafiri deyip ailesinin içine aldıkları genç elife hunlarca tecavüz etmiştir…….
Anne ağlamaklı gözlerle hastaneye koşar, kucağında minik bir beden,aklında o bedenin yarınları, ve üzerine kan damlası gibi düşen göz yaşları, dilinde neden Allah’ım neden , biz neyi yanlış yaptık, sözleri, baba olanları telefonda duyduğunda elinde işlediği bir cam vazo vardır. bu güne kadar hiç kırmadığı. Bu güne kadar çocukları gibi büyüttüğü cam elinden düşer ve sert zeminde parçalanır.
Elif birkaç gün hastanede kaldıktan sonra taburcu olur. Olay haliyle polise intikal eder. Kısa zamanda yakalanır. Ve göz altına alınır.bir kaç ay sonra mahkeme olur. Ve olmadık bir karar çıkar. hakim o ruhsuz, vicdanı kor ateşlerde yanan gence 6 yıl 8 ay gibi gülünç bir ceza verir.
Aradan yıllar geçer ve dördüncü senenin başında af çıkar ve aftan yararlanan o kişi 4 sene sonunda tekrardan topluma karışır.
Anne ve babası kendi aralarında hep aynı soruyu soruyorlar” biz nerede yanlış yaptık” bunca sene gelen tüm misafirleri el üstünde tutmadık mı, ekmeğimizi paylaşmadık mı, üzerimizden yorganı alıp üzerlerine örtmedik mi, biz böyle öğrenmedik mi büyüklerimizden , bunların neresi yanlış” o hazin olay sonrasında anne ve babasının yüzü gülmedi içten içe hep bir isyan ateşi yandı durdu,
Elif seneler boyu bu tramvayı atlatamaz hiçbir mekanda yalnız kalamaz. Hatta babası ile birlikte bile içinde anlatılmaz bir korku ve baskı olur. Bu 19/20 yaşlarına gelene kadar bu durum rahatsız eder. Şimdi 27 yaşında elif hanım, evli ve mutlu bir ailesi var. Ama içini kemiren üç şeyden kurtulamamaktadır bir türlü ilki
–bir insan nasıl olurda o yaşta birine böyle bir şey yapar .
- mahkeme salonunda hakimin “ hadi bakalım yavrun anlat bize nasıl oldu, bak sana çikolata alacağım” sorusu
- vede kendisinden çok anne babasının üzüntüsü ve 6 yaşına kadar tüm yokluklarda sorunlardan yılmadan yıkılmayan bir ailenin bu olay sonrasında tüm hayatlarının karanlığa bürümesi, sorusu


bir sepet bulalım ve bir elma ağacına çıkalım ,en güzel en beğendiğimiz elmaları toplayalım ,sonrada bir masa üzerine dizelim, her biri diğerinden farklı her birinin rengi değişik olduğunu görürüz ama bu elmaların birinde içini kemiren bir kurt var. Biz bunu göremeyiz hepsini de büyük bir güvenle evimize götürürüz yemeye başladığımızda o kurtlu elma ile karşılaşınca büyük bir tiksinti ile atarız ve diğer elmalara da aynı muameleyi yaparız ve nerde bir elma görsek o kurdun o elmada yaşadığını düşünürüz. Bu güne kadar bu aile tüm sepetteki elmaları evine getirdi ta’ ki kurtlu elmayı görene kadar.şimdi o aile için her elma içinde kurt olma ihtimali var.
Ama o elma ağacından toplanan her elma aynı değil, hayatımıza giren her insan kötü veya iyi değil bunu bilemeyiz. Evimize aldığımız , sırlarımızı paylaştığımız her insan güvenilir olmayabilir. Bunlar bizim ruh halimiz ve hayatımız, bu hazin olayın en üzücü yanı bu olayı ifal eden şahsın bu denli kolayca toplum arasına salınması, ve ibret olacak emsal teşkil edecek bir ceza yerine onu böyle bir ceza ile ödüllendirmek, ne toplum ne biz nede devlet, suçlu kim ? o kişimi ,bu denli bir ceza ile ödüllendiren devlet mi , o kişiyi biz toplum arasında tekrardan aramıza katılmasını kabullenen biz mi ? yok hayır onu o hale getiren , Allah korkusu olmayan bir kalbi ve bu kalbi yetiştiren ebeveynler , evet mutlaka içinde kötülük vardı bunu engellemek beklide imkansızdı ama o an içinde bir nebzede olsa vicdanını hatırlatacak Allah korkusu olsaydı bu denli hazin bir olay olmayacaktı beklide , işte biz son birkaç kuşaktır böyle sorumsuzca yetiştiriyoruz çocuklarımızı , gençli aşısıdır diye , yaşaması gerekli diye düşünerek bazı yasaklardan ve disiplinden uzak tutuyoruz işte bu gibi olaylarda en ağır sonuçları olarak bir başka ailelere ve bireylerin hayatları kararıyor.
Bir büyük yangından ne kurtarırsak kar düşüncesi ile bakıyorum olaya ve o yangındaki en değerli olan elif’i kurtardığımıza inanıyorum daha doğrusu büyük bir olgunluk ve güçle kurtulduğuna inanıyorum
Peki ya kurtulamayanlar…………………….
Bir tek Türk olmak, yalnızca Avrupai düzeyde bir insan yetiştirmek, yemek yedirmek , iş vermek yetmiyor, günümüzde demode olarak algılanan dinimizi daha fazla acılar yaşanmadan geleceğimiz, yarınlarımız olan gençlere aşılamak ;……………….

Fatih_han545@hotmail.com


1 yorum:

Adsız dedi ki...

öncelikle sizi tebrik ediyorum. Olaganüstü bır yazı olmuş.İnsanın bulunduğu zor şartlarda dahi istedikten elele verip birlık olduktan sonra aşamayacağı zorluk olmadığı mesajını cok güzel anlatmışsınız. Kaybolmaya yüz tutmuş değerlerimizi dile getirmişsiniz.Bu değerlerin biz insanlar için ne denli önemli oldugunu güzel yorumunuzla anlatmışsınız.Elif'in başına gelen talihsiz olayda dahi ailenin yaklaşımını, kısacası SEVGİNİN GÜCÜNÜ birlik ve beraberliğin önemını çok güzel vurgulamışsınız. MANEVİYATIN ınsan hayatı için vazgecılmez bır parca oldugu ve bunun genclerımıze ögretılmesı gerektıgı konusunda da sizinle hemfikirim. yüreğinize ve elınıze saglık.